1 Eylül 2010 Çarşamba

Lan dedim hayır dedim, böyle saçmalık olmaz olsun dedim, açlık, sigarasızlık, önümde uzayan giden gönlümü kabartan deniz, hemde karasından kapkaradeniz, nasıl uysal gel bana diyor sok ayaklarını önce, sonra tamamen sağaltayım seni sularımda, her duyum keskinleşmiş, bıçağa dönüşmüş haldeyim, lan dedim yine, ama beriki sallamadı hiç beni, çipil suratsız suratını eğdi sadece gözkapaklarını kırpıştırıp terli tişörtün yapıştığı sırtını döndü gitti. Gerisin geride kaldım, mahalleye giden yokuş yolun başında, biri gelse biri geçse herhangi biri fark etmez, yakasına yapışacağım, vay diyeceğim gözünün üstünde neden kaşın var adi insan, allah yarattı demiyeceğim.. Öfkeden yumruklarımı sıkıyorum, yanaklarımı dişliyorum içerden, ağız boşluğunun denk geldiği bir yerden, nasıl gider, lafımı dinlemeden etmeden, ayaklarımı toprak yola sürtü sürte inmeye devam ettim. Yer yer gözlerim kararsada, toprağa çamura bulana bulana, ilerledim, ha gayret. Bu kızgınlığı güzel bir dövüş paklar. Aşağıda şehir merkezinde kime sataşsam esaslı bi kavga çıkarabilirim bu saatte. Hele akşam üstü ilçenin pezoları yurtdışından getirdikleri tazelerin başındadır. Otellerin önünde volta atıyorlardır. Tazeler içerde. İlk burada yaparlar kariyerlerinin girişini. İyi olanlar terfi ederler. Yeniler için gelenleri vardır sırf. İyiler batıya gider. Kötüler doğuya. Kimi burada kalıp yaşamını içselleştirir. Otel odası onun kendi alanı olur. Sahile in. Biraz yürü. Nefes al. Dönecek. Yine lafını söylersin. Yutman gerekmiyor hiç birşeyi. Şeytanda diyor ki çek git. Bırak bu güzelim dağları, şu ıpılık denizi, bırak da nasıl bırakacaksın. Şöför Osman çıktı geldi birden önüme. "Pek dalgınsın doktorum" dedi gevşek ağzını büze büze. Hay senin doktoruna itoğlu dedim içimden. Kafamı salladım kaşlarım çatık. Yürüdüm. Gittim. Gidilemeyecek hayatımdan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder