8 Ekim 2013 Salı

   Ömrümün dördüncü on yıllık devresinin başladığı gün, sabah yedi buçuktan, akşam on otuza kadar koşturmuş, eve gelmiş ve onbir gibi kızımı yatırmış sonunda koltuğuma oturduğumda içimden "bu mudur ya kırkıncı yaş günü" demişken telefonum çaldı. Arayan 20 yıl önce tanıştığım ve üniversitenin ardından iletişimimi tamamen yitirdiğim gitar hocamdı. Doğum günümü kutluyor ve dört yıl kadar önce kendisine attığım mailde sorduğum kızım için bu civarda oturan bir gitar hocası bulabilir miyim sorusunu yanıtlıyordu. 
   Bana kitaplardan, yazarlardan ilk bahseden, benimde kendi okuduklarımı 80 öncesi çocukluğumun tembihleriyle "okuduğun kitapları asla başkasına söylememe" halini ilk kez kırabildiğim. Diğer öğrencilerle veya arkadaşlarıyla dolu evi, ömrümde özendiğim ilk evdi. Eski eşyalar, etrafta dağınık duran kitaplar, notalar, müzik. Birde akşamüstleri küçük salonu kızıla boyayan 40 yıllık elektrik sobası. Ankaranın buz gibi kışında bile usulca ısıtan. 
   Geçmiş yirmi yılı kısaca özetlerken "hayat bazen çok hoyratlaşabiliyor" dedi. Evet dedim. Hemde çok.