27 Mart 2011 Pazar

Herkesin anlayamadığı birşeyler vardır. Bazı şeyleri de anladıklarını düşünürler. Pazar sabahı, bugüne has erken vakti. Yorgunluk mu, yılgınlık mı yoksa hızlıca gelen bahar mı. Gökyüzünün mavisi, Otoparkın ağaçları, İnsan olmaya dair, az da olsa ne kaldıysa pencerenin dışında. Hala yitirmeme ihtimalimiz olanlar. Çoktan yitirdiklerimiz. Bulutlar gelecek. Bulutlar ince sızılı yağmurlarını üzerine bırakacak. Hemen değil, yavaş bir ölüm bırakacak üzerine. Seviyormusun ki hayatı? Bir akşam vakti, bir sahil kenarında ballı çay içtiğin adam, şimdi yaşıyormudur ki? Bütün ailesi yakın zaman dilimleriyle kansere yakalanmıştı. Kendisi ise amfizem koah yüzünden yatağa bağlı yaşamıştı uzun yıllar. Ama seviyordu hayatı yinede. Sırayla tüm yakınlarının acılı ölümlerine şahitlik etmişti. Hepimiz birşeylere şahitlik ederiz. Tökezler, nefessiz kalırız. Ama doğrulur devam ederiz. Doğamız mı bu? Ama işte, Martın son günleri, bahar, hep  merak ettiğin, sabaha karşı şarkısına başlayıp seni sevinç, şaşkınlık ve hüzün içinde bırakan kuşun adını bile radyoda tesadüfen öğreniyorsun. İşte bahar, yeniden doğma hali, ağır kasvetli geçen kışın ardında, taze. En azından öyle olması gerekir. En azından ansızın varlığını hissettiren güneşin içinde bir yeniden doğuş hissi uyandırması gerekir. Gerekmeyenler? Herkesin anlayamadığı birşeyler vardır. Benim anlayamadığım bir sürü şey var.