Fırtınada tek başına.
11 Kasım 2015 Çarşamba
9 Ekim 2015 Cuma
Kuzum güzel kahverengi gözlerinde soru işaretleri yanarak yüzüme bakıyor. "Biliyormusun anne. bugün mert bana gülümsedi". ağzını burnunu kırma isteği içimden geçiyor sınıf arkadaşı Mert'in. Mert!!!
"sen ne yaptın tatlım?"
"bende gülümsedim anne".
"hemen gülümseme öle o ne!"
"anneeeee" gülüyor. Bu yarı çapkın gülümseyişi hep yüzünde kalsa. Mesela hiç üzülmese. Hep böyle gülümsese. O anlatsa ben dinlesem. Acı çekmese. Hayat hep sevimli tatlı yüzünü gösterse Ona. İyi davransa.
"sen ne yaptın tatlım?"
"bende gülümsedim anne".
"hemen gülümseme öle o ne!"
"anneeeee" gülüyor. Bu yarı çapkın gülümseyişi hep yüzünde kalsa. Mesela hiç üzülmese. Hep böyle gülümsese. O anlatsa ben dinlesem. Acı çekmese. Hayat hep sevimli tatlı yüzünü gösterse Ona. İyi davransa.
23 Eylül 2015 Çarşamba
Işık kapandı. Bir an kendimi çok uzakta, başka bir gezegende yaşıyormuş gibi hissettim. Evde herhangi biri, ışığın fazladan gereksiz yere yandığını düşünmüştü. Ben vardım. Yok muydum. Kendimde bilmiyordum. Bu saatte iri kıyım eşek arılarının öfkeli sortilerle dışarda dolandığının farkında değilmiydim. Kimbilir. Kaygı. Sadece kaygı. Yanlış adım atmaktan doğru kararlar vermemekten duyduğun kaygı. Sesleri duymuyordum. Karadeniz otobanından büyük arabalar geçiyordu. Gözlerini kapatıp uyusan. Uyandığında sıradan, rutin bir güne uyansan. Kendi evinin seni dış dünyanın tüm kalabalıklarından koruyan güvenli duvarlarının içinde.
10 Eylül 2015 Perşembe
Hayat insana dostlarını öğretir. Düşmanlarını da. Bazen acına rağmen sessiz bir kabul ediş yerine, sesini nasıl yükselttiğine en yakınındaki bile inanamaz. Ya da çok uzağında ki bilir. Kendi sıkıcı, tekdüze rutinlerini özlersin. Kaygıların, korkuların ayyuka çıktığı bir vakitte, gece, ay sakince yıldızların arasından ormanı aydınlatır. Balkonundan dinlediğin dere sesinin içinde, yüzyıllar öncesinde yolculuk ettiğini hayal edersin.
23 Ağustos 2015 Pazar
Sevgili sol kolum,
İnan olup biten herşey benim isteğim dışında gelişti, pamuklara sarılmış olsanda 25 gün taşımak zorunda kaldığın alçı da mümkün olan en hafifiydi. Şimdi isyan edip işlevini tam yerine getirmeyişini katlanılabilir bir naz olarak kabul etsemde eski günlerime dönüp sol omzumu kaşıyabildiğin günleri dört gözle bekliyorum inan. Emin ol, hemen ağır şeyler kaldırmaya başlamayacağım.
İnan olup biten herşey benim isteğim dışında gelişti, pamuklara sarılmış olsanda 25 gün taşımak zorunda kaldığın alçı da mümkün olan en hafifiydi. Şimdi isyan edip işlevini tam yerine getirmeyişini katlanılabilir bir naz olarak kabul etsemde eski günlerime dönüp sol omzumu kaşıyabildiğin günleri dört gözle bekliyorum inan. Emin ol, hemen ağır şeyler kaldırmaya başlamayacağım.
26 Temmuz 2015 Pazar
Yaktın beni doktor. Bu temmuzun imansız sıcağında, omzuma kadar alçı.
"şöyle istediğim zaman çıkabilecek güzel bir atel takayım renkli bişi" diyorum. Gülümsüyor aklın nerde der gibi.
"alçı yapacağım"
"nerden nereye kadar şöle dirsek etrafı biraz dimi" diyorum.
" Omzunuza kadar ve elinize de geçecek"
" o kadara gerek yok ki dirsek sabitlense yeter" diyorum. Gülümsüyor.
"altı yıl uzmanlık okudum ben, hastalarımla alçı pazarlığı yapmıyorum." Yinede sabırla bana neden böyle olması gerektiğini anlatıyor. Gün boyu 70 hasta almış. Hepsinin ağrılı dizleri, kırık kemik acıları vardı ve sıra beklerken sürekli bir kavga halindeydiler. Yaşlı bir teyze oturmuş bu ilacı bana yaz diye bağırıyordu, elinde ilaç poşeti, bir kutu iğneyi göstererek.
Kendimi hasta masasında uzanırken buluyorum. Yan masada el bileği alçılanacak hasta. Doktor önce bileği alçılıyor. 3 haftamı kolumda kalacak? Şaka gibi deyişimi hatırlayıp gülümsüyor kendi kendine, sonra "nasıl düştün ki bu kadar" diyor. Diğer hastanın bileği ile uğraştığından alınmıyorum üzerime, soru cevapsız kalınca doktorun bana sorduğunu farkedip apar topar "banyoda düştüm" diyorum. Adamı kızdırıp birde yok boynuna kadar alçı gerek dedirtmenin bir anlamı yok. Sıra bana gelince sevimli hemşire elimi tutuyor.
"90 derece açıda olacak", birazdan donup ağırlaşacak ve 3 hafta bedenimin istenmeyen bir parçasına dönecek sargıyı yavaşça omzuma sarılıyor. 14 yıl önce ayağıma yapılan alçıya benzemiyor. 20 gün sonra döneceğim diyor doktor, o zaman gel. Dönüşünüzü iple çekeceğim doktor.
"şöyle istediğim zaman çıkabilecek güzel bir atel takayım renkli bişi" diyorum. Gülümsüyor aklın nerde der gibi.
"alçı yapacağım"
"nerden nereye kadar şöle dirsek etrafı biraz dimi" diyorum.
" Omzunuza kadar ve elinize de geçecek"
" o kadara gerek yok ki dirsek sabitlense yeter" diyorum. Gülümsüyor.
"altı yıl uzmanlık okudum ben, hastalarımla alçı pazarlığı yapmıyorum." Yinede sabırla bana neden böyle olması gerektiğini anlatıyor. Gün boyu 70 hasta almış. Hepsinin ağrılı dizleri, kırık kemik acıları vardı ve sıra beklerken sürekli bir kavga halindeydiler. Yaşlı bir teyze oturmuş bu ilacı bana yaz diye bağırıyordu, elinde ilaç poşeti, bir kutu iğneyi göstererek.
Kendimi hasta masasında uzanırken buluyorum. Yan masada el bileği alçılanacak hasta. Doktor önce bileği alçılıyor. 3 haftamı kolumda kalacak? Şaka gibi deyişimi hatırlayıp gülümsüyor kendi kendine, sonra "nasıl düştün ki bu kadar" diyor. Diğer hastanın bileği ile uğraştığından alınmıyorum üzerime, soru cevapsız kalınca doktorun bana sorduğunu farkedip apar topar "banyoda düştüm" diyorum. Adamı kızdırıp birde yok boynuna kadar alçı gerek dedirtmenin bir anlamı yok. Sıra bana gelince sevimli hemşire elimi tutuyor.
"90 derece açıda olacak", birazdan donup ağırlaşacak ve 3 hafta bedenimin istenmeyen bir parçasına dönecek sargıyı yavaşça omzuma sarılıyor. 14 yıl önce ayağıma yapılan alçıya benzemiyor. 20 gün sonra döneceğim diyor doktor, o zaman gel. Dönüşünüzü iple çekeceğim doktor.
24 Haziran 2015 Çarşamba
15 Haziran 2015 Pazartesi
Ne dinliyorsun dedi biri.
Oysa hiçbir şey dinlemiyordun. Müzikle ilişkini askıya almıştın uzun zamandır. Bir zamanlar annenin "müzik duymak istemiyorum" cümlesini onun müziği bilmeyişine yaşamayışına yormuştun. Öyle değilmiş halbuki. Çok başkaymış. Ruhunun hiçbir şey hissetmek istemediği anlar gelirmiş hayatta. Hiç bir duyguya tahammül edemeyeceği. Neyse ki karadeniz var önünde upuzun, sessizce ufka uzanan, ve öfkelendiğinde hırsını büyük dalgalarını otobana doğru vurarak alan köpük köpük. Hiçbirşey dinlemediğini anlatamayacağın için, vinteuil sonatını dinliyorum dedin.
10 Haziran 2015 Çarşamba
Şehri izliyorsun. Akşamüstü. Balkonun camlarından dışarı. Şehrin trafiksiz yolları. Az araç, az insan. Az muhabbet. Bol martı. Öyle demiştin. Tanrım, gittiğim şehirde martıların olmamasına nasıl dayanacağım?. Gittin. Çok martılı şehre. Bazen bir zamanlar tanıdığın insanlardan haber alıyorsun. Bir zamanlar onlarla paylaştığın şeyler geliyor aklına, en çok zaman. Çok geçmişte kalmış gibi şimdilerde. Çok gelecekte bir gün, yeniden başlama ihtimalin. Yeniden başlayamamışken daha.
3 Haziran 2015 Çarşamba
22 Mayıs 2015 Cuma
Uzun zamandır olmadığım kadar yorgundum. Bu şehre geleli son bir hafta kadar çalışmamıştım. Akşamın mesai sonrası bir saatinde, alışverişi de yapıp arabayı park ettim. Poşetleri ön koltuktan alırken bina girişinde duran birini fark ettim. Muhtemel bir komşu, yüzü tanıdık. Komşuya her zamanki alışkanlığımla, benimle muhatap olmadan asansöre binebileceği kadar bir zaman tanıdıktan sonra ilerledim. Kapı henüz kapanmamıştı, son anda tuttum. "Aslında sizi bekledim." dedi muhtemel komşu. "yakaladım" dedim gülümseyerek. Komşu "nasılsınız" dedi. Birden aylardır, etrafımda gördüğüm, genel sosyal gerekler itibariyle selamlaşıp hal hatır sormam gereken insanlara ne kadar soğuk, mesafeli, huysuz durduğumu fark ettim. "teşekkür ederim, iyiyim, siz nasılsınız" dedim. Komşuda aynı nezaket söylemleriyle cevap verdi. Asansörden inerken de iyi akşamlar dedik hatta. Sadece çok yorgun olduğum için biran, içinde bulunduğum haleti ruhiyeden çıkıp normale dönmemin ne kadar kaygı verici olduğunu hissettim. Oysa hayatımın bundan 9 yıl önceki "başka bir şehirde yaşam kuruyorum" macerasında, insanoğlunun yaratılışı itibariyle sadece sokakta görüp selamlaştığı insanlara bile ihtiyaç duyacak kadar sosyal bir varlık olduğunu deneyimlemiştim. Kendi kendime daha sosyal olmaya çalışmak üzere söz verdim. Tabii ki tutamayacağımı bilerek.
9 Mayıs 2015 Cumartesi
29 Mart 2015 Pazar
24 Mart 2015 Salı
Şafak 1224 gün.
Yağmur sürekli yağıyor. Sabah ve çoğu zamanda akşam üzeri. Hep gri, ıslak ve yorgun bir deniz uzanıp gidiyor pencerenin dışında. Yoruluyorum, ama iyiyim. Dönüp Şehre gittiğim zamanlarda, bir zamanlar "orada" yaşadığım sokaklardan geçerken, ne kadar çabuk yabancı olduğumu düşünüp hayret ediyorum. Burada yaşayan tanıdıklarıma geldiğimde, 'dışardan gelen'in ben oluşum saçma geliyor. Sırf bu yüzden bile bir daha gitmek istemediğimi düşünüyorum her seferinde. Devasa metropolün ayrı yerlerinde kalırken bölük pörçük bir kaç anı yüzüme çarpıyor. Dönmek için nedenim kalmayacak, artık dönmeyi istemeyecekmişim gibi geliyor.
Yağmur sürekli yağıyor. Sabah ve çoğu zamanda akşam üzeri. Hep gri, ıslak ve yorgun bir deniz uzanıp gidiyor pencerenin dışında. Yoruluyorum, ama iyiyim. Dönüp Şehre gittiğim zamanlarda, bir zamanlar "orada" yaşadığım sokaklardan geçerken, ne kadar çabuk yabancı olduğumu düşünüp hayret ediyorum. Burada yaşayan tanıdıklarıma geldiğimde, 'dışardan gelen'in ben oluşum saçma geliyor. Sırf bu yüzden bile bir daha gitmek istemediğimi düşünüyorum her seferinde. Devasa metropolün ayrı yerlerinde kalırken bölük pörçük bir kaç anı yüzüme çarpıyor. Dönmek için nedenim kalmayacak, artık dönmeyi istemeyecekmişim gibi geliyor.
4 Mart 2015 Çarşamba
"Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku".
Fakat bu kadar güzel ismi olan bir film, üstelikte güzel başlamışken ve hatta bir süre de aynı güzellikte devam etmişken nasıl buna dönüşür? Acı hayal kırıklığı ve burukluk içinde, Erdal Beşikçioğlu'nun bohem yazar karakterine, en az küfürbaz ankaralı karakteri kadar yakıştığı gerçeği ile teselli bulup filmi sonuna kadar izledim. Sonu aceleye gelmiş yemek gibi. Atılması gereken baharatları, yada en can alıcı noktası atlanmış.
Bir zamanlar, "kuzeyde bir yer"i izlerdim. Orada her kadının en derin fantezilerinden biri olarak, tüm sevgililerinin uzun bir masada oturup yemek yedikleri bir sahne vardı. Dramatik olan tüm bu sevgililerin en sonuncu dışında, ölmüş olmalarıydı.
Fakat bu kadar güzel ismi olan bir film, üstelikte güzel başlamışken ve hatta bir süre de aynı güzellikte devam etmişken nasıl buna dönüşür? Acı hayal kırıklığı ve burukluk içinde, Erdal Beşikçioğlu'nun bohem yazar karakterine, en az küfürbaz ankaralı karakteri kadar yakıştığı gerçeği ile teselli bulup filmi sonuna kadar izledim. Sonu aceleye gelmiş yemek gibi. Atılması gereken baharatları, yada en can alıcı noktası atlanmış.
Bir zamanlar, "kuzeyde bir yer"i izlerdim. Orada her kadının en derin fantezilerinden biri olarak, tüm sevgililerinin uzun bir masada oturup yemek yedikleri bir sahne vardı. Dramatik olan tüm bu sevgililerin en sonuncu dışında, ölmüş olmalarıydı.
28 Şubat 2015 Cumartesi
İşte her cumartesi akşamı olduğu gibi yine odanın kapısında durmuş, "ders çalış, yoksa öleceksin, sürüm sürüm sürüneceksin, tek ayağından tavana asar seni hayat" içerikli konuşmanın bir yerinde kendimi kaptırmış kızıma çemkirirken şöyle klasik bir cümle ile konuyu bağladığımı sandım.
"Artık sorumluluklarını almalısın!"
Kızım sakince başını kaldırdı, ve insanı çileden çıkaran soğuk kanlı bakışıyla yüzüme baktı.
"Önce sorumluluklarımı bırakman gerekiyor ki alayım."
"Artık sorumluluklarını almalısın!"
Kızım sakince başını kaldırdı, ve insanı çileden çıkaran soğuk kanlı bakışıyla yüzüme baktı.
"Önce sorumluluklarımı bırakman gerekiyor ki alayım."
27 Şubat 2015 Cuma
Şafak 1248 gün.
Günler hızla geçmekteyken, hava son cemrenin toprağa düşmesiyle ağır sakin usulca ısınırken, çarpan Kleist cümlesi " Ruhum öyle yaralı ki, neredeyse burnumu pencereden dışarı çıkardığımda doğan gün ışığı canımı acıtıyor".
Bırakıp gittiği halde, terkedilme sendromu yaşamak (Kentle Kadın ilişkisi).
Günler hızla geçmekteyken, hava son cemrenin toprağa düşmesiyle ağır sakin usulca ısınırken, çarpan Kleist cümlesi " Ruhum öyle yaralı ki, neredeyse burnumu pencereden dışarı çıkardığımda doğan gün ışığı canımı acıtıyor".
Bırakıp gittiği halde, terkedilme sendromu yaşamak (Kentle Kadın ilişkisi).
13 Şubat 2015 Cuma
Şafak 1296 gün.
Bazen çok yorgun oluyorum. Gözlerimi kapatıp kanepeye uzanıp, günü, haftayı nerede olduğumu, kim olduğumu unutmayı istiyorum. Asosyalliğimin zirvesinde, kimseyi görmeye tahammül edemeyecek halde zamanı tüketmek istiyorum. Görüşmem gereken insanlar bana azap veriyor, sosyal zorunluluklarım olması başa çıkılamayacak bir durum gibi geliyor.
Bazen çok yorgun oluyorum. Gözlerimi kapatıp kanepeye uzanıp, günü, haftayı nerede olduğumu, kim olduğumu unutmayı istiyorum. Asosyalliğimin zirvesinde, kimseyi görmeye tahammül edemeyecek halde zamanı tüketmek istiyorum. Görüşmem gereken insanlar bana azap veriyor, sosyal zorunluluklarım olması başa çıkılamayacak bir durum gibi geliyor.
8 Ocak 2015 Perşembe
3 Ocak 2015 Cumartesi
Şafak, kimbilir kaç gün.
Yeni yılın en güzel anı, tüm o tantanalı misafir ağırlama hallerinin sonrasında annemin koltukta kahkalarla güldüğü ve "uzun yıllardır bu kadar gülmemiştim" diye kendi kendine mırıldandığı andı. Hayatım boyunca unutmayacağım ve işte sırf bu cümle için bile tüm yorgunluklara değdi dediğim an.
Yeni yılın en güzel anı, tüm o tantanalı misafir ağırlama hallerinin sonrasında annemin koltukta kahkalarla güldüğü ve "uzun yıllardır bu kadar gülmemiştim" diye kendi kendine mırıldandığı andı. Hayatım boyunca unutmayacağım ve işte sırf bu cümle için bile tüm yorgunluklara değdi dediğim an.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)