18 Mart 2016 Cuma

Bilmiyordum. Zamanın nasıl geçtiğini, yada neden hala burada, masanın başında, dalgın gözlerle pencerenin dışına, şehrin buruk, gri, kasım sabahı görüntüsüne baktığımı. Radyoda yaşlı adamın yarım yamalak sesi. "yaşlanıyoruz" diyordu dostun sesi. "yaşlanıyoruz, bu iyi bir şey, kötü olan hayatın yaşlanmaya rağmen yavaşlamaması. Yorucu olan bu."
Oysa yavaş bir şehirde yaşadığım söylenebilirdi. İnsanların alışkın olduğunun tersine gergin, kaygılı yüz ifadeleriyle hızla bir yerden bir yere koşturmadığı bir yerde. Yine de nasıl oluyorsa, beş yıl önce belki de bir gün buraya ziyaret için değil yerleşik olarak gelmiş olacağım ve bu yolda yürüyeceğim diye düşündüğüm anı hatırlayarak, yani artık bu şehirde mi yaşıyorum, yoksa hala o anda mıyım, diye şaşırabiliyorum. Geçen onca zamana karşı.

16 Mart 2016 Çarşamba

İşte yine bir ergenlik fırtınası sonrası soluğu psikologta almıştık, eğlenceli bir oyundaydık. Oyun anne baba ve çocuğun kendini ve diğer iki kişiyi simgelemesi üzerine birer oyuncak bulup, isimler yazılı beyaz bir kağıt üzerine koymamızla başlıyordu. Psikolog raflarda yer alan herhangi bir oyuncağı alabileceğimizi söyledi. Yumuşak koltuklarımızdan kalkıp rafa ilerledik, kuzum kikirdeyerek öküz var mı anne görebiliyormusun oyuncaklarda dedi. Güldüm, ses etmeden önce kendi tercihlerini yapmasını bekledim. Her üç simgeyi bulunca, ben de kendi simgelerimi buldum, tabii ki bir öküz de minik plastikler oyuncakların arasından ben buldum ve, aman babası hakkında ne hissettiğimi belli etmeyeyim kaygısı olmaksızın gönül rahatlığıyla exhusband ökhüzünün adı üzerine bıraktım. Gerçekten rahatlatıcı bir deneyimdi. Seans sonunda nispeten uygun bir ödeme yapıp çıktık. Soğuk mart akşamında kikirdeyerek eve yürürken, kuzum durdu ve "babama öküz diyebilmek için x.-lira ödedik" dedi. Bir yandan gülerek bir yandan benim adımın üzerine koyduğu kanguruyu düşünüyordum.