28 Ağustos 2011 Pazar

SALÂH BİRSEL II

 Şiirin İlkeleri'nden :

 "Fikir ve sanat adamlarının en uluları öyle buyurmuş: Şiir açıklanamaz.

O ünlü Fransız yazarı Jean Cocteau şiiri tarif pahasına şairi Tanrının huzuruna çıkartıp ta Tanrıya tren kazalarının nasıl açıklanabileceğini sorduğu vakit Alem Yaratıcısının
- Tren kazaları açıklanmaz, hissedilir.
 yollu cevabı kendisini son derece memnun eder.

Denilebilir ki bu tarz bir anlayış şiiri en az yüzyıllar boyunca karanlık bir ormanda sürüklenmeğe götürmüştür.

Hayır şiir açıklanabilir."

SALÂH BİRSEL I



 "Ben Güzin'i düşünürken
Güzin'in de düşündükleri vardı
İnce inceydi parmakları
Minnacık bir yüzü vardı

Güzin'in aklında
Atlar arabalar
Daha başka erkekler
Başka hayatlar vardı

Güzin'in kedileri vardı
Benim gibi okşanmak isteyen
Ama sevdanın adı geçsin
Güzin kaşlarını çatardı

Güzin masalların da Güzin'i
Şehzadeler Güzin'in şehzadeleri
Bir büyük defter tutar
Güzin'in hayalleri

Ben odada otururken
Güzin'in de oturduğu odalar vardı
Kendisine ait bir yatağı
Kendi uykuları vardı
 
Yazar : Salah Birsel"

26 Ağustos 2011 Cuma

 Kalabilmenin/ kaçabilmenin yolları olsa. Düşünmekten/ yorulmaktan/uzaklaşabilmekten. 

18 Ağustos 2011 Perşembe

Artvin'in yolları taştan

Yok yok, aslında ne kadar korktuğumu kimseye belli etmemeye çalışıyorum. Hayır bir şehir neden bu kadar dik bir satıh üzerine kurulur ki? Yok muydu düzlük bir yer, olmadı kurmayıverseydiler ya? İşte zamane insanları ne akla hizmet sen dağın tepesine şehri kuruver, ondan sonra da böyle uçurumları aş da gel, yüksekten korkma da gel. Olmuyor ki böyle. Hayır birde cesaret dolu benliğimin herkesce kabul ve takdir görmüş halleri var ki ev halkına ya ben o yolda nasıl araba kullanayım pek bir tırsıyorum aslında ben gitmeyeyim cümlesini kurmak mümkün değil.

İlk seferde yolun ve kentin ne kadar dik bir dağa kurulu olduğunu fark etmeyen ben, pek bir hevesle tabii, hemen gidelim diye atlayıvermiştim. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete misali virajları vınlayarak aşan ağabeyim önünde aniden beliriveren ağır kamyonu görünce "hah şimdi kaldık böyle" diye bir inledi önce. Sonra ardı sıra saatte 20 km hızla yol almaya devam ettik. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, birde levhaya baktık ki yarım saat geçmiş ama biz 10 km yol almışız daha. Artvin 50 km. Artvin 40 km. "Sağa çekeyim de sen kullan, bitmez şimdi bu yol" dedi bir hayli canı sıkkın bir halde. Öyle de yaptı. Geçtim direksiyonun başına, sağa baksam uçurum, sola baksam devasa bir dağ, gidiyorum bütün aşklar yüreğimde, arkamdan gelen tırlar bile datlıyorlar bir iki, yasak dinlemeyip solluyorlar. Virajda devasa cüsseleriyle yanı başımızdan hızla geçerlerken sarsılıp titriyor minik araba. Tabii ki ben hız uyarı levhalarına, geçilmez, sollanmaz, sağa sola bakma korkmak istemiyorsan uyarılarına harfiyen uyarak ilerledim. Nihayet bir köprünün başında, bir kavşağın ortasına geldik. Artvin levhası. Işıklardan sağa doğru köprünün devamında dağa çıkan yolmuş meğer Artvin.

Mecnun olsa dönerdi yolundan Artvin.

11 Ağustos 2011 Perşembe

ÇAĞRI

 Kendi içine dönmek. Bir başka yerlerden sıyrılıp, kendinden kalanları toparlayabilmek. Parçalarını özenle azar  azar biriktirmek. Ne kaldıysa yetinebilmek. "Tutunamayış sefilliktir, tutunmayış ise kaybedenin erdemi." Geçmişine doğru ilerlerken zihnin ayrıntıları kendince yontup düzleştiriyor. Bunun farkında olarak, bu yeni geçmişle başa çıkabilmek. Belki de ne yaşandığının değil, ne hatırlandığının önemi vardır. Belki de gerçek değil, anıdır bizi var eden. An değil, anımsanan. Öyleyse, kapat gözlerini...