30 Kasım 2014 Pazar

Şafak 1368 gün.

Hayatımın en esaslı döner kavşağını bu şehirde görecekmişim, ama çok daha uzun yıllar önce bir ankara istanbul yolculuğunun başında ankara şehir içinde pek de trafiğe alışkın olmayan sürücülerin anlık ben geçeyim hisleriyle kilit olmuş bir döner kavşak vardı. Birkaç sürücü trafik ışığına aldırmadan ben bir geçeyim diye ilerleyince herkes birbirinin önünü keser hale gelmiş, durup kalmıştık. Eh, serde böylesi sıkışıklıklara alışkın olmamak da var, kan beynine sıçramış sürücülerden biri öfkeyle arabadan inip bağırmıştı, "trafiğin ...mına kodunuz lan!". Hızını alamayıp tek tek arabalara "peki sen niye geçtin! ya sen niye geçtin! sen ??" diye bağırmaya devam etmişti. Sahneyi elimizden olmadan gülerek izlemiştik ya, sonunda kaos teorisinin doğası gereği yavaşça açılmıştı yol, ilerleyip gitmiştik.
Şimdi kadın yüzüme bakıyor ve "nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsunuz her zaman" diyor. İçimden hep bu anımı hatırlıyorum ve çok stress de olsam kendi kendime gülümsememi zor tutuyorum diye cevaplıyorum. Dışımdan, sadece gülümsüyorum. Helede 3 şeritli 9 yolun katıldığı ve ayrıldığı döner kavşağı olan bu şehirde, kavşağa her besmele çekip girişte gülümsememek mümkün mü. Alt geçit yapmaktansa bu kadar yolun katıldığı, ve ayrıldığı alanı böylece bağlayıvermek birbirine, maliyeti düşürüp arabaları birbirine katıştırma mantığı takdir edilesi bir durum değilmidir. Tabii ki takdir edilesi değil, isyan edilesidir. Gülümseyelim madem.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Şafak 1369 gün.

Ve günün en güzeli saati, akşamüstü. Denizin iyice laciverde döndüğü, sarı ışıkların otobana vurduğu, dağın usulca sis içinde kaybolduğu. Hele birşey yapmak zorunda değilken, oturup sadece yazabiliyorken.

23 Kasım 2014 Pazar

Şafak 1375 gün.

Veli Toplantısı.

Neyseki sınıf öğretmeniyle özel görüşmeye birkaç gün önce gitmiştim de, bu garip sistem içinde sınıf öğretmeniyle görüşebilmek için sıra olup yarım saat kırkbeş dakika beklemek zorunda kalmamıştım. Sınıf öğretmeni, önceki okuldan  daha duyarlı ve daha önyargılıydı. "Ne zaman boşandınız?" dedi ilk olarak. Uyum problemlerini tabii ki işte boşanmış aile çocuğu diye çözmüştü bile. "8 yıl oldu heralde" dedim. "Çok da zaman geçmiş ama neden böyle yapıyor ki" dedi. "ne yapıyor ki" dedim. "çok zor konuşuyor, konuşurken duralıyor, düşünüyor, bu da sınıf arkadaşlarının dikkatini çekiyor" dedi. "Biz başka şehirden buraya taşındık, ve burdaki sınıfla ordaki sınıf doğal olarak çok farklı, ve kendine güven problemleri yaşıyor sanırım olabilir mi" dedim. "Evet olabilir" dedi. Hay senin eğitimciliğine demedim. Bu kadar net önyargıları olan bir sınıf hocasıyla işi çok zor tabii demedim. Sustum, gülümsedim, "İlk zamanlar daha kötüydü galiba biraz iyileşme var mı" dedim. "Evet,şimdi daha iyi, ama hala devam ediyor" dedi. Sabır dedim kendi kendime. "Daha iki ay oldu, bütün hayatı, evi arkadaşları değişti, kendi tercihi de değildi bu durum, zamana ihtiyacı var sanırım" dedim. "Evet" dedi. "Ama notları iyi, derste başarılı ben başarısız olur sanıyordum" dedi. Bu nokta işte, benim sakinliğimi hala koruduğum, kadına kafa atmadığım, ve bu sabrımla kendimi takdir ettiğim noktalardan biriydi ki bunu kızıma da söylemişti ama bana söylediği bu cümlenin aynen geldiğini bilmediğini gidip bu konuyu konuşmam gerektiğini düşünmüştüm.
Veli toplantısı, okul genelekleri üzerine, yarım saatlik sınıf hocasının genel konuşması üzerine tek tek velilerle görüşme yapıldığı, bu yüzden de hangi öğretmenin velileri hangi sınıfta kabul ettiğini önce keşfedip, sonra sınıf kapısında uzun kuyruklarla içerdeki de ne kadar uzun kaldı öf pöflü söylenmelerle geçen bir 6 saatlik toplantıydı. Genel görüşmenin ardından listeden iki hoca seçip önce sınıfları aramaya koyuldum. Ama labirent gibi koridorlar arasında aradığım sınıfı bulamadım. İki koridoru iki kere tavaf edip, umutsuzlukla koridorda uzayıp giden veli kuyruklarına bakarken etrafta dolaşan bir müdür yardımcısına sınıfı sordum. Müdür yardımcısı sınıfın 3cü katta olduğunu söyledi. Tekrar çıkıp tekrar aradım ama yine bulamadım. Mutsuz ve yorgun 2ci kata döndüm. Aynı müdür yardımcısı ordaydı. Bulamıyorum dedim çaresizlikle. Bu sefer müdür yardımcısı sınıfa kadar getirdi. Bu beden öğretmeninin sırasıydı. Bekledik. Bir iki veli gelip sıraya kaynamaya çalışınca diğer veliler müdahale ettiler. Bir ara bir veli kendisinin önceden de orada oluğunu iki dakikalığına sıradan ayrıldığını söyledi ama diğerleri bu durumu kabul etmedi. Yorgunluktan bitkin düşmüştüm ki sıra bana geldi ve içeri girmeyi başardım. Aslında şöyle demek istedim. "len zaten dandik bir ders. Ne zorluyorsun çocuğu." ama şöyle dedim, "nasılsınız hocam ben y sınıfından z nin annesi, benim kızım çok yatkın değil beden dersinde, zaten hiç bir zaman çok hareketli bir çocuk değildi"
"Evet, gerçekten öyle. Ama sınıf arkadaşları çok dışlıyorlar öyle oluncada, e bende kayırmak istemiyorum gelişimi engellenecek diye"
"Tabii, ama işte burdaki koşullar ve geldiği yerdeki koşulları çok farklıydı, biraz uyum problemleri yaşıyor tabii, belk özgüveni yerine gelene kadar biraz desteklerseniz.."
"evet, olabilir, geçen yılda böyle bir öğrencim vardı, onunla başarılı olduk aslında, evet, ben desteklerim, en azından uyum sağlama süreci tamamlansın" Kısa görüşmenin sonunda sabrımı yine takdir ederek diğer öğretmenin sırasına doğru ilerledim. Ebeveyn olmanın küçük sıradan önemli zorlukları.
Görüştüğüm diğer öğretmenin de sınıfına girmeyi başardığımda artık bu sonuncu diye düşünüyordum kendi kendime. Öğretmen sakince "iki kere derste kitap okuyordu, bir kitabını aldım, bende duruyor" dedi. "Evet anlattı bana, derste kitap okunmaz dedim bende" dedim. "Derste iyi ama, bildiği konuda kendi fikrini mutlaka belirtiyor, derse katılıyor."dedi. "Onun en sevdiği derslerden biridir sosyal" dedim."Notu da yüksek. Bir keresinde de bana 'hep aynı şeyi anlatıyorsunuz' dedi, ama mecburum herkesin kavrayışı aynı değil, bazıları bir kerede bazıları üç kerede anlıyor" dedi. "Tabii ki sınıf geneli önemli" dedim. Bu sefer sınıftan mutlu çıktım. Kendisini 'hep aynı şeyleri anlatıyorsunuz' diyen öğrenciye kızmayan, öfkelenmeyen hatta neden böyle yaptığını veliye anlatan öğretmeni içimden takdir ederek.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Şafak, 1376 gün.

İstanbulun genel trafik hallerinde geçerli olan temel kural, biri bulunduğunuz yolda çılgın hareketler yapıyorsa, sakin ve istikrarlı davranmaktır, bu durum sizin hep aynı şekilde devam edeceğinizi varsayan çılgın sürücünün hesaplarını doğru yapabilmesini ve kazasızca çılgınlıklarına devam edebilmesini sizin de durumu sağlıkla atlatabilmenizi sağlar. Bu şehrin en büyük güçlüğü istikrarlı ve sakin davranmanın durumu kurtarmaya yetmemesi, bazen kendinizi kurtarabilmek için sizinde anlamsız ama gerekli kimi riskleri almanızı gerektirmesi.

14 Kasım 2014 Cuma

   Sayısız yapraklarını bir bir musluğun altına tutup yıkıyor kadın ıspanağın. Arada durup gerinir gibi yapıyor, tezgahın köşesindeki kahvesinden bir yudum alıyor, ve mutfak masasının rahat sandalyelerinden birine tüneyen bana anlatıyor. 9 yıl olmuş buraya yerleşeli. Evlenmiş, ve bu eve gelmiş. Burası şehrin diğer yerlerinden farklıymış ve buraya alışan başka yerde oturamazmış. Konuşurken hafif şivesine aldırmadan gözlerinde muzır bir çocuğun ışıltısıyla bana bakıyor arada. Ne menem biri olduğumu anlamaya çalışıyor. Aslında bir bakışta karar vermiş gibi ama sonunda siyasete de giriyor. "Sen bu taraflı olduğuna göre siyasi görüşün de bellidir" "Öyle midir?" diyorum gülümseyerek. "Yada öyle mi görünüyorum?" 80 döneminden önce çocuk olmak, siyasi görüşlerini ölsen bitsen belli etmemeye çalışmak, Hayat işte böyle çelişkilerle dolu anlamsız birşey. Yormayalım birbirimizi. Ne gerek var. Üzerimde bir erkek pijaması, durumu biraz toparlayacak bir siyah hırkayla kapıda kaldığımdan, hadi gel çilingir gelene kadar  bir çay içelim davetine hayır diyemediğim genç kadın "işe de geç kaldın değil mi" diyor. Başımı sallıyorum belli belirsiz. Arabanın evin hemen önüne park edili olmasından zaten işe hergün geliş gidiş saatlerimi biliyor olma olasılığı, gülümseyerek birinci katında avantajı işte yola yakın olması geleni gideni rahat görüyor olmak diye özetleyişinden belli. Önüme küçük bir tabakla fındık ve ceviz koyuyor." Bizim oranın fındığı " diye ekliyor. Bende "sizin orası neresi" diyorum rahat. Köyünü anlatmaya başlıyor. Yorgunum. Daha sabah. Kapı çalıyor. Meraklı, yardımsever ve heyecanlı kapıcımız, yarım saatlik uğraşmasına rağmen kapıyı açamayınca getirdiği çilingirle birlikte. Yukarı çıkıyoruz. Çilingir kapıyı kısa bir çabayla açıyor.  Eve yeniden girebilirken, üzerimde gecelik değilde bu garip pijama olduğu için şükrediyorum kendi kendime.

10 Kasım 2014 Pazartesi

Şafak, 1388 gün.

Buraya yazmayalı çok olmuş. Bana göre çok. Günler sakin, günler kabak lapası kıvamında. Tatsız, biraz hasta, ve yorgunlukla geçiyor. Balkonumdayım. Balıkçı tekneleri açıkta. Hep burada kalsam ve burada kalabilerek zamanımı başka zorunluluklar olmadan geçirebilsem. Gitmem ve koşmam gerekmese.

1 Kasım 2014 Cumartesi



Doktor.

Tabii ki küçük yerlerin, tanrıdan bir sonrada biz geliyoruz işte diyen bir grup doktoru olduğu gibi, benim gibi bilmeden egolarını zedeleyen hastaları da olabiliyor. Ama bu sefer doktoru kızdırmış olmalıyım ki, adam teşhis olsunda tedavinin acelesi yok nasılsa, sürünsün noktasına gelmiş olmalı. Yada sadece kan tahlili için kan vermenin tedavide etkin bir yol olduğunu düşünüyor olabilir.(bakınız ortaçağ ekolü).
Şafak 1397 gün.

Ateşin 38,2'ye düşmesi. Ama gözünün yemediği zaman diliminde ölçmediğinden kaça kadar çıktığını bilmemek. Terleyip üstünü değiştirip az biraz da sıvı alıp ölçmek. Rasyonel hareketler diil tabii ki. Napayım.( Türkçe yazmakla başlayabilirsin) . Bırakıcam sigarayı kesin. Karar verdiğim. Olmaz olsun bu bağımlılık hali. İnsan bir kaç gün ara veremiyor onun yerine cam parçaları soluyor ve ciğerinin en dibine saplanıyorlarmış  gibi hissede hissede sigara içiyorsa bir dur demenin zamanı gelmiş demek ki. 20 yıldan fazla. Yeter.