29 Ağustos 2013 Perşembe

   Sabah ailemizin gürcüsü geo'yu almaya gittik. Geo bizi şıpıdık terlikleri, sırt çantasında iş kıyafetleri ve şortuyla bekliyordu. Aldık, bir gün çalışacağı araziye bırakarak yolumuza devam ettik. Geo sınır kapısı açıldıktan sonra doğmuş olmalı, yirmili yaşlarının başlarında. 88 de, sınır kapısı sınırsızca açıldığında, "rus pazarı" kavramıyla da tanıştı karadeniz halkı. Pazara gelip evindeki eşyayı türk parası ile yok pahasına satan beyin cerrahını hala hatırlıyorum. Kuzenimle beraber ilk agrandizörü orada görüp haftalık harçlığımızın üçte birine satın almıştık. Evlerinde agrandizör vardı, ama açtılar. Geo bu zamanlarda doğup büyüyen gücüyle hayatını kazanan diğer günlük işçilerden biri. İlk kez geçen yaz onu amcamın evinin önünde uçurumun başında denizi izlerken görmüştüm. Uzun bir yolculuğun ardından eve yavaşça ulaşmanın bezginliği içinde köyün en tepesinde ki evin önünde kimin durduğuna hayretle bakarken O da bana baktı bir an için. Ardından başını hızla önüne çevirdi ki amcamın "hoşgeldin" diyen babacan sesi duyuldu. Geo bir ay kadar arazide çalıştı ve uzun yıllar bırakılmış toprakları biraz düzene koydu. Amcam evin kahyası diyordu gülümseyerek, Geo hep o mahçup çekingen haliyle başını kaldırmadan, söylediklerimizi anlamadan duruyordu sessiz. Ya da çalışıyordu. Biraz lazca biliyordu, ne de olmasa bir sınırın ayırdığı aynı denizin insanlarıydık, çoğu kez amcamla da lazca konuşarak anlaşıyorlardı. Geo "dini bütün bir ortodokstu" ve bu hali müslümanlık dışında bir dine bu şekilde bağlanılabileceğine şahit olmamış olan bizim ailenin fertleri için oldukça şaşkınlık verici bir durumdu. Yazın sonunda Geo, kendi ülkesinde polislik yapabileceği umuduyla gitti. Arazi dikenlerinden temizlenmiş, ağaca dönüşmüş fındıklıklar yeniden fundalık olmuş halde. Ertesi yıl geldiğimizde Geo polis olamamıştı, bir ev tutup ilçe merkezine yerleşmiş günlük işlerde çalışmaya devam ediyordu.

25 Ağustos 2013 Pazar

   Yağmur o kadar güzel yağıyor ki. Çatıdaki küçük pencereye düşen iri damlacıklar, küçük yuvarlaklara dönüşüp dağılıyor. Çatı pencereleri yağmuru hissetmeye yarıyor demek ki daha çok. Islanmadan ama hissederek. Ve küçük liman, grileşen karadenizin sığ bölgesinde usulca kıvrılıyor. İlerde ufkun sisle örtüldüğü daha uzaklarda denizin içinde açık koyu  griler sakin dalgalar. Denizn açık gri yolları. Durmaksızın gök gürlüyor ve ıslak otobandan büyük kamyonlar geçiyor. Doğu karadeniz otobanı. "denizimizi bizden kopardılar". Mücadele edebilirdik. Edebilirmiydik? Dedemin elli yıl önce verdiği kararlar. Toprağın suyun denizin bize aitliği. Değil ki. Belki de hatayı burda yapıyoruz. Bize ait değiller. Onlara hükmetmeye çalışıyoruz. Kendi doğamıza bile aykırı olarak.

23 Ağustos 2013 Cuma

   Burada, ormanın ve denizin kıyısındaki evde, günlerdir ilk defa oturuyorum. Üstelik çok ciddi bir sorun olmaksızın, hatta yapacak iş olmaksızın. Sessizce durup, denizi seyredebiliyorum, kendi türüm dışındaki canlılarla beraber, kuşlar, böcekler, kediler. Herşeyin sadece insan için olduğu şehirden uzak. Arasıra tepenin aşağısındaki otobandan geçen araçlarda olmasa bir süreliğine insan bütün şehir yaşamını unutabilir. Hep burada yaşadığını sanabilir. Yada hep burada yaşayacağını.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Şehir insanının fındık toplamakla imtihanı. Tabii ki o ağaç haline gelmiş fundalığın genişlemiş gövdesine çıkıp ayağınla dalları sallarken, farkında olmadığın bedeninin zayıflığını, eve dönüp koltuğuna oturmaya kalktığında sırtında saplı duran bir bıçak olduğu hissiyle farkedersin. Ve geç olmuştur artık, kimbilir kaç gün daha bu acı ile yaşayacak olmanın sevimsiz öngörüsü ile kalakalırsın. Bedenin ne çabuk başka birşeye dönüşmüştür.

13 Ağustos 2013 Salı

 Hayatımda ilk defa içimde karşımdakine fiziksel acı verme hissi doğuyor. Mesela kafasına sert bir cisimle vurmak olabilir. Hem ciddi bir beyin sarsıntısı geçirirse belki olanı biteni daha net görebilir. Fakat gel gör ki karşımdaki 1.80 boyunda, iki katım ağırlığında ve 4000 km uzakta. Eğer bir gün kızımı sağlıklı bir birey olarak yetiştirebilirsem, ki bu "babasına rağmen" oldukça zor görünüyor, ne yaşanıp bittiğini anlayacak. Şimdi susuyorsam sadece bunu  bildiğim için.

2 Ağustos 2013 Cuma

Popper ve huzur dolu bir iftar üzerine.

 Yüzünü çevreleyen gümüş bir hare gibi beyazlaşmış sakalların ve gülümseyişinle karşımda oturmuş sakince puronu içiyor ve popper'dan bahsediyordun.
"Yanlışlayamadığın şeyleri de doğru kabul etmen gerektiğini söylüyor, yani bir bilginin doğrulanması değil, yanlışlanamaması"
Arkamızda şehrin en güzel tepelerinden birinde gecenin sessiz sakin uzanışı.
Popper, Karl. Klasik bilim görüşünü ve dolayısıyla tümevarımcılığı reddederek yanlışlamacı bilim anlayışını geliştirmiş olan çağdaş bilim ve siyaset filozofu.Popper'a göre, hipotez yada teori doğrulanmak için değil de yanlışlanmak için test edilir. Onun en önemli yeniliği de burada ortaya çıkar. Hiç bir bilimsel teorinin kesin sonuçlu olarak doğrulanamayacağını öne süren filozof, demek ki mutlak hakikat düşüncesinden vazgeçer. Felsefe sözlüğü, Ahmet Cevizci.
Kimliklerimizden arınıp sadece iki kişi olarak konuşabilmek.