29 Mayıs 2012 Salı

Kadınların gönül ilişkilerinde  zihinleri nasıl çalışır yada daha doğrusu çalışmaz?

1.
Eksikleri tanımla:
1-güven
2-şefkat
3-ilgi
4-vs.

2.
İlk talibe bütün bunları uydur.
1-güvenilir biri.
2-bana şefkat gösteriyor
3-çok ilgili
4.vs.

3.
İlk talip süreci değerlendirebilecek yetenek ve kapasitedeyse, biçilmiş gömleği bir süreliğine taşıyabilir

4.
E bir yere kadar tabii ki.

5. Nihai son ve tepkiler :
1-İnkar
2-suçlama yada suçluluk hissetme
3-  bu maddeye birşey uyduramadım.
4- Kabullenme.

6.
Analize yapıp ettikleri ile katkıda bulunan telveye ithaf olunur.



Humanius est deridere vitam quam deplorare
Hayata gülmek hayat için ağlamaktan daha insani bir davranıştır.

27 Mayıs 2012 Pazar

Tatil öncesi diye mi? Bilmiyorum. Tuhaf biçimde yoğunlaşıyor, yoğunlaşıyor, ne oluyor yahu diyorum kendi kendime ayakta bir oraya bir buraya yetişmeye çalışırken. Ne kadar basit ayrıntılar ne çok şeyi etkiliyor. Ben. Tükenmeyebilirim sahiden. Devam edebilirim. Yapabilirim. Olabilir. Yapabilirim. Telkinde bulunuyorum kendi kendime. Haftaya en az 10 rapor yazılacak, 2 final sınavına girilecek ve kızım hasta, hafif bir ateşle geçirdi 2 günü, pazartesi okula gidebilir mi, gidebilirse ben ondan 20 km  uzağa gidebilir miyim? Saçmalıyorum değil mi. O kadar uykusuzum ki. O kadar yorgun. Kalbim isyan edip duruyor üstelik, az fazla çay içsem yada kahve gümbür gümbür beni protesto ediyor, ama pabuç bırakırmıyım, az geldi kafeinin herhalde deyip daha da yükleniyorum. İyi yapıyorum farkındayım.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Rusyadan blogu okuyan arkadaş yorum yapmadı tabii ki. Zaten boş bir istekti benimkisi, anlamsız. Bugün işyerine bir karı koca geldi yaşlı. Kadın ne dese adam tam tersini söyledi, adam ne dese kadın tersini söyledi. Bunalmıştım, ama izlemeye devam ettim onları. Sonra bir haber, hayalle mucize karışımı odalar arasında dalga dalga yayıldı, çay ocağı gelmiş! nasıl gelmiş nerden gelmiş, gerçekmiymiş derken koridorda karşılaştığım bir tanıdık dikkatle ve özenle söyledi "birisini görmüşler çay tepsisiyle dolaşıyormuş". Heyecanla masama döndüm tabii ki, telefonun hafızama kayıtlı dahili numarasını elim titreyerek çevirdim ki bir ses pek de çaldırmama izin vermeden açtı, "çay ocağı" dedi. "Gerçektenmi?" dedim kendimi tutamayıp. "ne kadar sevindirici bu sesi duymak" "3526'ya bir çay" diye toparladım kendimi. Karşıdaki güldü, sonra kapadık telefonu. İki yıldır bu anı bekliyordum. Oda sakinleri şaşkın ve sevinçli beklemeye koyuldular. En huysuzu yüzünde her zamanki "yok canım, gelmeyecek işte, boşuna bekleme" diyen  ifadesiyle arada bilmiş bakışlar atıyordu yüzüme. O anlardan birinde kapı çalındı, ve ince belli bardakta mis gibi kokan çayıyla eleman içeri girdi, masanın kenarına bardağı bıraktı ve çıktı. Hepimiz bardağa baktık bir an. Kolay değil. İki koca yıl. Çaysız, tostsuz, hatta türk kahvesiz geçen ofis yaşamı. Yaşamaktan bile sayılmaz. Şaşkınlıkları geçen oda arkadaşları telefona sarılırken ben ilk güzel koca yudumu içmiştim bile.

13 Mayıs 2012 Pazar

Rusya'dan blogu okuyan arkadaşım : ) sen kimsin sahi, merak ettim, bir yorum falan bırak bari : )

6 Mayıs 2012 Pazar

Bazı yorgunluklar insanın nefesini tüketmek yerine hafif bir huzur duygusu verirler. Öyle bir halle sandalyemde geriye kaykılmış, kendimi dinliyordum. Gün boyu yaşadıklarım, 2 gecedir uykusuz tuttuğum ateş nöbeti, (kızımın ateşi 38 ile 40 arası seyretmişti) bir ara bir köşeye çekilip ağlayışım, kabullenmek istemediğim, ama bildiğim sözleri bir dosttan duyuşum ("karın seni aldatıyor-bir dost" misali apaçık ve acımasız), gri bir bulut olup gökyüzünde az bir yağış bırakıp gitmiş gibiydi, şimdiyse, yıldızları çıkmış, tatlı bir mayıs gecesine dönüşmüştü. Elimin altında 1256 sayfalık romanın sıcaklığı, ömrümün 8 yılında ancak bitirebildiğim ulysses'in yarattığı boşluğu dolduracak olmasının ve gelecek 8 yılımı beraber geçirebileceğimi bilmenin tatlı keyfiyle  gülümsüyordum. (Ah, ulysses'in yerini doldurabilir mi hiç bir kitap?)

"Yeğen Stephen, asla bir eren olamayacaksın. Azizler adası. Sen son derece mübarek bir insandın değil mi? Burnun kırmızılaşmasın diye yakarırdın Meryem Ana'ya. Serpentine Avenue'da şeytana dua ederdin, önünde yürüyen tombul dul sokaktaki su birikintisinden geçerken eteklerini daha da kaldırsın diye. O si, certo! Sat ruhunu, sat, bir karının sarındığı cafcaflı çaputları uğruna. Anlat daha anlat anlat! Howth tramvayının üst katından bir başına yağmura bağırışın: Çıplak kadınlar! Çıplak kadınlar! Buna ne dersin ha?
Ne demem lazımmış? Başka ne için icat edilmiş ki onlar?
Ya, her gece yedi kitabın her birinden ikişer sayfa okuyorsun? Aynada kendi önünde reverans yapar, yüzünde romantik ifadeler, alkışlayanlarına doğru vakarlı ilerlerdin. Yaşasın allahıncezası hıyar! Y'şşa! Kimse görmedi: Kimseye söyleme. Adları tek harften ibaret kitaplar yazacaktın. F'sini okudunuz mu? Elbette ama ben Q'yu yeğlerim. Gerçekten ama W bir şaheser. Ya evet, W."
 

4 Mayıs 2012 Cuma

Acı çeken kadının güzelliği/ güzelliğin acısı. Olmayan ellerin boynumda sevdiğim, daralan nefesim varlığına ispat.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Saat gecenin dördüydü ve bir kadının ağlama sesi geliyordu uzaktan. Apartman yaşamının iç burkucu tanıklığı. Çocuk sesi diye kendimi kandırmaya uğraştım bir süre. Hayır, genç bir kadının sesiydi düpedüz. Uykum kaçmıştı,  yatağımdan kalktım, evin içinde dolaşmaya başladım. Ev gece sessizliğine bürünmüştü, dışarda ılık bir sabaha karşı ıssızlığı. Ağlamaya devam ediyordu. Üst kata çıkıp, ağlama, üzülme lütfen demek geliyordu içimden. Bir sigara yaktım ve evin önündeki yokuşun aşağıdaki bomboş yolla buluştuğu kavşağı izlemeye başladım. Dikey mimarinin yaşamımıza kaktırdığı anlar.