27 Eylül 2012 Perşembe

Sol yanımdan üzerime üzerime gelen cip azması araç iyice sağa kırıp, birde kulağımın dibinde kornaya basınca, oturduğum koltukta irkilip öfkeyle baktım sürücüye. Sürücü de bana on numaralı bakışıyla baktı. Mesai tam bitmemiş, kızın okuluna yetişebilmek için erken çıkmış, gün boyu, bir o işten bir bu işe  yetişmeyeceği kesin olan birşeyler için didinip durmuştum, yorgundum, trafikte takılmadan zamanında okulun önünde olabilmek için cambazlıklar ediyordum, sonra kızı alıp doktora yarım saat içinde yetişmeliydik. Yani hep koşmalı hep yetişmeliydik, ve bu cip azması, yolumu kesip, beni bir araç geri bıraktığı gibi bir de bir hoş bir hoş bakabiliyordu. Bu beni etkileyecek olması muhtemel birşey miydi?  Akıl, fikir, izan. Yoksa arabamın camlarını kaplayan  inşaat tozu ile kuş çıktısı karışımı bir örtünün altında çok mu kayda değer bir görüntü vardı. Çok yorgundum ve kafamı öncama vurmak istiyordum defalarca, böylesine yeterli bir sarsıntının  beynimde ki uyuşma halini çözebileceğini düşünüyordum.

23 Eylül 2012 Pazar

Sessiz sakin pazar. Hava da ılık.Evden çıkmak zorunda da değilim. Mutlu mu olasım var ne. Bir genel olumluluk hali, nedensiz, yersiz. İyi giden, iyiye giden de birşey yokken. Oysa hayat, Yeni Cesur Dünya misali.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Biliyormusun telve, buralara sonbahar hiç gelmedi. Hala kupkuru, tozlu, sıcak. Dönüp de karmaşanın içinde buluverdim kendimi. Neredeyse yolun dörtte üçünü tamamlamışken ergen hallerim var bir de, görsen, kimse beni anlamıyor, kimse beni sevmiyor. Bu hislerim kendimi bile güldürse de. Bu bedene başka bir ruh koysalar herhalde yapamıyorum, yetiştiremiyorum çığlıkları arasında ezilir, ben balkona çıkıp çam ağaçların izliyorum, bazen çıkan hafif rüzgarda usulca sallanıyorlar, hani gecenin geç vakitlerinde, vakitsiz yanan gökdelen ışıklarından sarhoş olmuş martılara doğru, sallanıyorlar, bazen bir uçak geçiyor, iki apartmanın çatısının  tam ortasında bir yerden. Uyku uzakülke. Yine kaçıp gidiyor benden.

13 Eylül 2012 Perşembe

Altı günlük maratonun sonu. Yorgunum. Çok yorgunum. "Sende yoruldun"lar, ya da "ne iş yaptın ki"ler arasında gidip gelen hayat. Ne yaptım? sürekli kendimi karadeniz otobanında, otomatik vites kullanmaktan pas tutmuş sol ayağım debriyaj üzerinde titrek gezinirken, yol aldığım gece vakitlerinde hatırlıyorum.  Yıldızsız bir gökyüzü altında, nedense sol yanım boyunca karanlığın ve sessizliğin dibine vurmuş karadenizin bir kenarından ürkek ilerleyişim. Bu tabii ki hepimiz için iyi olacak. Bir yerden bir yere yerleşme yerelleşme yada köklerine dönme çabaları. Hayır hayır, bu değildi istedikleri. Başka birşeydi belki. O yüzelli metrekare evin, pılını pırtını toplarken, yedi yıldır birikmiş evi, birkaç karton kutuya sığdırmaya çalışırken, ansızın  çok geçmişten fırlayıp gelen, huzursuz, mutsuz günlerinin artığı olarak gözüne batan eşyalarla, çok sefil, çok perişan ama çok eğlendiğin günlerin anıları bir arada, bu tuhaf bir aradalığın yada yüzeye çıkışın iç burkan yoruculuğu. Yolculuk mu demeliydim yoksa.

4 Eylül 2012 Salı

Hala beynim pelte gibi. Birde panik duygusu var. Arada geliyor, kör bir panik duygusu, hedefi belli olmayan bir ok, yay geriliyor, geriliyor. Beynim ne zaman eskisi gibi olacak? ya da ben ne zaman menapoza giren kadınlar gibi tuhaf sıcak basmalarından, anlamsız sinir nöbetlerinden ve hafif ama sürekli başağrısından kurtulacağım. Ne oluyor anlamıyorum ki.
"O benim için beyaz atlı prensti, anlıyormusun?"
   Hayır. Birşey anlamıyordum. Gözlerimi masa da duran sigara paketine dikmiştim. Onu istiyordum. Başka birşey duyabilecek halde değildim.
Sorusuna yine kendi cevap veriyordu.
"Ah, ne kadar safmışım oysa ki. Ne kadar körmüşüm. Bütün bunlar gerçek sandım."
"Daha ne kadar gerçek olabilir ki? Bak evlendin, barklandın, mutlu bir yuvan oldu işte, üstelik yaşadığı vicdan azabıyla her dediğini yapacak gibi görünüyor madem? Akıl başka ne istesin ki?"
"Akıl?" dedi yüzüme bakarak. 
"Benim aklım, yüreğim, ve hatta tüm bedenim, her hücrem, şu masada duran sigara paketinden bir tane alıp içmek istiyor. Senin böyle bir cümlen var mı? Yok, beyaz atlı prensim gitti deyip duruyorsun, Akıldan devam edeceksin o zaman.."
Anlamsız anlamsız baktı uzunca. Sonra başını iki yana salladı, "eğleniyorsun sen benimle" diye mırıldandı sadece. "Hem ne oldu sana ne bu böyle birden sigarayı bırakmaya çalışmalar?" Bu kendisi dışına çıkabildiği tek andı.
"Aldattı beni adi sigara. Cezalandırıyorum hem kendimi hem onu."
Bu sefer bana gerçekten kızmıştı sanırım.