29 Temmuz 2012 Pazar

Bazen umutla umutsuzluk öyle şiddetle yer değiştirir ki insanın midesine kocaman bir ağrı saplanır. Oldukça sevimsiz, oldukça fiziki bir acıya dönüşür. Hangisi iyidir? Hangisi istenir? umut mu? umutsuzluk mu? Hava serinledi mi gerçekten? yoksa aynı bunaltıcı geceyi tekrar tekrar mı yaşıyorum? Korkuyor muyum? Kabullenmek neden bu kadar zor.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Episode X. Eski kocayı maço yapabilen çıtır  sevgilisi

Sabahın körü bir saatte uyanıp, nafakayı yatmamış görünce aradım. Eski eşlerin ulvi vazifelerini yerine getirmeleri gerekir. Mesaj attım cevap vermemişsin dedim (içimden ökhüz diye ekledim). Müsait olamadım dedi, sonra bana hala uyuyormusun, kalk yataktan, batıracaksın devleti kızım gibi bir cümle kurdu. 20 yıl önce evine gittiğimiz  ve  "bununla koop edemiyordum k...." deyip eski sevgilisinden acıklı bir ses tonuyla bahseden naif hatuna teselli edici cümleler sarf eden, dost k, (bende kenarda sinmiş hani serde sevgililik de varya, ne demek istiyor ki koop neydi k? diye soramadan, içimden kırık dökük ingilizcemle to cope with fiilinden bahsediyor herhalde diye kıvranırdım) ne oldu da sen böyle  içinde "yatak, kızım" kelimeleri içeren cümleler kurabilir hale geldin. Kızın değilim dedim sakince, annesiyim. Kısa bir gerginlik sessizliğinden sonra gün içinde yollarım nafakayı deyip acele kapadı telefonu.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Sevgili telve, dön artık, bak  iftara napolitan soslu tortellini yaptım.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Ramazanın dördüncü, temmuzun yirmiüçüncü günü, sevgili telve. Dün uçakta pelteye dönmüş bedenim   yığın gibi taksinin arka koltuğuna gömülmüş, havaalanından beşiktaşa sahil yolundan hızla ilerlerken bu berbat, sıcak, nefes alınamaz kenti sevdiğimi düşünüyordum. Parmaksız taksici bana duyduğum en güzel iltifatlardan birini söylüyordu, daha güzeli asılmak için söylemiyordu, öylesine, içinden geldiği için, geveze bir adam olduğu için, yada e5 yerine sahil yolunu kullandığına çemkirmeyeyim diye, ne fark eder, istanbulu özlemiştim, camlarından boğazın nemi doluyordu ciğerlerime, özlediğim her karışını hızla geçiyorduk işte, kendimi bu yolculuğun büyüsüne kaptırmış, herşeyi unutmuştum.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Episode IX. Tiryaki

Sonra ara sokakta trafik kilitlendi ve durduğumuz yerde kalakaldık. Etrafıma bakınıp duruyordum, kafasına piyangocu şapkası geçirmiş bir adam ilişti gözüme, piyango bileti falan satmıyordu adam, sakalları, saçları uzamış, soluk gri renkte, yüzü bir ton koyusu. Elleri ile birşeyler sayıyormuş gibi yapıyordu sürekli, kaldırımın kenarında ki beton yükseltiye oturmuş, sırtını binanın duvarına yaslamış, sürekli sayıyordu. Bir ara başını kaldırdı, önce yol boyu dizilmiş arabalara baktı. Sonra önünden gelip geçen ve terdirgin bir yadsıma haliyle onu görmeyen kalabalığa. Birşeyler isteyecek sandım ilkin. İstifini bozmadı. Sadece bakıyordu. Arada saçlarını kaşıyor, arada saymaya devam ediyordu. Birden gençten güzelce bir kız, tatlı pembe türbanın çevrelediği sevimli yüzü hafif pembeleşmiş, eline bir poşet tutuşturdu, ve hızla kalabalığın içinde kayboldu. Adam poşete baktı. İçinden bir kutu ayran, bir de yarım ekmek arası döner çıktı. Oturduğu yerden kalktı. Çoktan kaybolup giden kıza doğru. Sonra gerisin geriye oturdu. Açmıydı? Poşetten çıkardıklarını geri koydu. Biraz duraksadı, sonra özenle önce ayranı çıkarıp yanına koydu. Sonra yarım ekmeği, sarılı olduğu kağıttan çıkarıp içini açarak ne var ne yok iyice bir baktı. Kapattı, tekrar kağıda sarıp poşete koydu. Biraz bekleyip, tekrar poşetten çıkardı. Durdu, ve önünden geçen orta yaşlı bir adama iki parmağını dudaklarına yaklaştırarak hayali sigarasını içiyormuş gibi baktı, adam fark etti hareketi ama sert bir baş işaretiyle reddetti, yürüdü gitti. Az daha cesaret edebilsem, yanımda ki sigara paketini uzatacaktım camı aralayıp. Korktum. Kent yaşamının sindirdiği iyilikseverliklerimiz. Yok. Bu iyi birşey değil. Bu halden anlamamı. Ekmeğine dokunmadan gelip geçenden sessizce sigara istemeye devam ederken adam, ilerleyip gittim.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

İlk çocukları ölünce, İki yıl sonra Onu evlat edinmişler. Belki ilk ölen çocuklarıyla aynı yaştaydı, dört yada beş. Sonra kadın yeniden hamile kalmış. Yeni gelen bebekle onu yetimhaneye geri bırakmışlar. Nasıl bir zalimlik. Ne hissetmiştir ki. Kadının 3 çocuğu olmuş. Bütün bu süreç içinde de her ne kadar geri almamışlarsa da hiç bir zamanda bırakmamışlar,  göz kulak olmuşlar ara ara. Onları suçlamıyorum demişti. Bunu söylerken beni seven herkes nasılsa bir gün bırakacak diyen küçülmüş gözleri. Herkesin koşulları. Hayat şartları zor. Nasıl bu kadar iyi olabilirsin ki demiştim içimden. Birşey söylemeden. Ne düşündüğümü biliyordu. Gözleri nemleniyordu hep. Her zaman. Daha sıradan bir şeyi anlatırken de. Aylar sonra bunun tam da bu şekilde olduğunu araştırıp öğrendiğimde, o zaman inanmadığım bu hikayenin iç burkan zalimliğine şaşırıp kalıyorum. Kendisine gösterilen sevgi ve şefkatin zamanı geldiğinde bir kenara itiliverecek, aldığın yere bırakılabilecek bir şey olduğunu gören bir çocuk hayatı boyunca birine ya da bir nesneye sevgi duyabilir mi?

Ya da bütün bir hayatını feda üzerine kurmuş bir annenin yetiştirdiği  çocukla ortak herhangi bir duygusu olabilir mi?

1 Temmuz 2012 Pazar

Yayıldım, çakıl, deniz, güneş, elimde kitabım, içim kıyıla kıyıla ailevi ilişkileri okumaktaydım. Kardeşler, amcalar, yeğenler, enişteler, gelinler vesaire. Birbirine girmiş, yer yer kördüğüm olmuş, yer yer kırıklıklar, sevgi ile dolu. Arka fonda 79 jenerasyonu. Önde insan olmanın, genç ve yaşlı olmanın heyecanları. İşte bende buna çok benzer şeyler yaşadım gerçekten demek için için. Fakat güneş yakıyor tabii, arada kitabı bırakıp, denize atlamak gerek. Deniz, açılıyorum, açılıyorum, pansiyonun sınırlandırdığı alanın dışına, taa ilerde demir atmış teknelere kadar, olmadı daha ileri, koyun bittiği düpedüz açık denize ulaştığın çizgiye kadar. Yalnızlık korkutur mu insanı. Özgürlük? İnsan kendini suda olduğu andan daha özgür hissedebilir mi? Bir Allahın kulu da dubalara itaatsizlik edip sınırını geçmiyor. Olsun varsın, ilerlemek varken. Durmak niye. Pansiyon sahibi amcalar, gruptaki güzel kızlara hafifçe asılırken beni de bu tek başına açılmalarım yüzünden korkutmaya çalışmaktan geri durmuyorlar, "kaplumbağalar var, kocaman, yani ben bile ürküyorum görünce, birde ahtapotlar var" Benle uğraşma amca, asıl aheste aheste küreklere, bak kızlar güzel, üstelik beğenilmenin ışıltısıyla gülümsüyor yüzleri, ardınızdan her ne kadar aa koskoca adam diyecek olsalar da, hallerinden memnunlar. Korkmuyormuyum? Ne demişler, hem korkarım, hem giderim. Elimde değil.