18 Haziran 2012 Pazartesi

Bazen hayat yol alır. Sen alamazsın. Çakılıp kalırsın durduğun yerde. Kendi duvarlarına tosladıkça gerisin geri burun sızıltısıyla oturursun. Yağmur. Bu gece yağsın. Hani şu kaçıp gitmeye çalıştığım ama nedense bedenim gitse kendim gidemiyormuş hissine kapıldığım o tuhaf rüyadayım sanki. (Güzin geliyor sabahları. Türk kahvesi eşliğinde sıradan hayatlarımızı konuşuyoruz. Neden onunla arkadaşlık ettiğimi anlayamıyor bazen. Uyuz sevimsiz bir kadınım dışardan bakarsan, evin içine girince onunla kahkahalarla gülüşüme, küçük minikcik olaylara eğlenişime hayret ediyor. Güzin, beyaz küçük ayaklarıyla halının ucu ile oynarken, ve herşeyi anlatırken sessiz ona değer verdiğime şaşırıyor, bense hayatımda değerli olması gerekenlere şaşırıyorum). Sevgili telve. Seni özlüyorum çok.

11 Haziran 2012 Pazartesi

Ah ah... "berbat sıcakları" başladı işte. Sürer gider bundan sonra böyle. İnsan nefes alamaz. Sabahın erken saatlerinde vize için cebelleştikten sonra bir miktar,  nefesiz bir yarım saat arabada geçirdikten sonra işyerine atıp kendimi, klimanın berbat soğuğuna teslim edecektim  ruhumu. (Ruhumu üşütüyorsun sevgilim) Berbat sıcaklarını bilmezmisiniz? Ama önce tekstil atölyesinin dibindeki büfeden iki paket sigara almaya çalıştım. Bu sırada en sevmediğim meslektaşımla burun buruna gelmeyeyim mi. Nezaketten mi ne aldığını anlamayayım diyemi bilinmez önceliği bana verdi eliyle yaptığı bir işaretle. Sonra aniden "siz falancalıydınız diymi ?" deyiverdi. Evet oralarda bi yerlerde doğdum. Başımı salladım. Birde memleketli olmak gibi bir talihsizliğe sahiptik. "peki feşmekanca biliyormusunuz?" hay senin feşmekancana. Ne bileyim. Falancalıyım diyorum sen feşmekancayı soruyorsun. "bilmem pek. az birşey konuşulunca anlarım" Başını salladı. "evet evet bende." Evet evet seninde. Zaten berbat sıcakları başlamış. Sinirlerim tepemde. Büfeci beni tezgahın arkasından görünce sigaraları uzattı. Kanser olduğuma hiç şaşırmayacak bu adam birgün duyarsa. Bizim tarafın insanı neden kafayı sıyırıyor acaba. Zeka taşması. Tabii. Başka ne olacak. Fazla zeka küpüne zarar demişler, o yüzden bizde çok. Yürüdüm gittim tekstil atölyeleri arasından. Odaya girdim.
"Yok anne, bende dinlenmiş olurum biraz işte" dedim. Annem pek inanmamış bir halde "iyi sen öyle düşünüyorsan sorun yok" dedi. Sesi soğumuş.
Yoruldum anne. Hadi kızımdan ayrılmam üzücü zaten, senin de buna üzülmeni istemiyorum. Bu benim üzüntüm. Sen bu yüzden mutsuz ol istemiyorum. Hem saçma bir üzüntü biliyorsun işte, ama elinde değil de bir yandan. Aynı durumdayız yani. Kızlarımız büyüyor, hayatla karşılaşıyor, küçük ve daha büyük sıkıntılarında artık herşeyi onun için çözemeyeceğimiz bir noktaya geliyorlar.
30 yıl önce sen ağlarken bana ağlama demişlerdi. Sen kendini bırakmış, içinden geldiği gibi ağlıyordun kaybına. Bir yetişkin yanıma geldi ve dizinin dibinden ayrılmayan minik bir çocuk olan benim kulağıma eğildi ve "sakın ağlama." dedi. "eğer sen ağlarsan annen daha fazla üzülür. O yüzden annen ağladığını hiç görmemeli."
Yoruldum anne. Sen görme diye ağlamamaktan yoruldum. 

1 Haziran 2012 Cuma

Bazen çok uzun zamandır beklediğiniz bir haberi almak, sizi mutlu etmek yerine çok can yakıcı olabilir. Olmayacağını sanıyordum. Yinede ne kadar canımın yanabildiğine şaşırıyorum.

Yeniden belirsizlikler dönemi. Hangi şehre ne zaman savrulacağını bilemeden  anı tüketmek. Bu şehri seviyorum ama ben. Kendimden yesede. Elimde değil.