14 Ağustos 2010 Cumartesi

Söyle bana çok mu matah bir yaşamın varki kaybetmekten bu kadar kaygı duyuyorsun? Şu geçen yıllarına bak. Ne zaman mutlu olduğunu hissettin? En son ne zaman sadece kendi istediğin şeyi yaptın? Çok genel geçer kabul görmüş yargıları delip geçiyorsunda herkesin ucundan azıcık kendine yontabileceği kurallarda titizleniyorsun. Düşün. Ne için bu kaygın? Zaten eninde sonunda kaybedeceksin. Yaşamının sahibi değilsin! Sadece bir zaman diliminde tanıklık ediyorsun sana verildiği kadarına. Kimi ötesi sanır kendini, kral olabileceğini yada fahişe, yada her ikiside, yada bir katil olabileceğini sanır. Elimizde kalan yanlış tanıklıklarımız sadece. Eninde sonunda kaybedeceğin. Yaşamının tek gerçeği. Söylesene bana neden bunu kaybetmekten bu kadar kaygı duyuyorsun?

13 Ağustos 2010 Cuma

nezera viridula

Üçgündür o böcekle yaşamaya başlamıştım. Gecenin ortasında elimde kitabım küçük salonun neredeyse yarısını kaplayan orta sehpanın etrafında yürürken, aniden açık balkon kapısından girivermişti. Orta büyüklükte ve yeşildi. O yüzden belki diğerlerinden daha az rahatsız edici bir görüntüsü vardı, hızla girdi, ve sanki tüm hedefi oymuş gibi tavan lambasının helejonik kıvrımlarına teğet geçerek etrafında dönmeye başladı. İlk gece durumu umursamadım. Nasılsa er yada geç dışarı çıkacaktı, pencereden ya da balkon kapısından daha cezbedici bir ışık bulacaktı kendisine, hiç olmadı, gecenin daha ilerleyen vakitlerinde yakacağım halojen lambanın ters duran ışık ve ısı dolu çanağının gizemine ilerlerken yüksek ısıda kavrulacaktı. Acımasızca ama gerçek. Hayat acımasız bir şeydir zaten. Diğerlerini umursamamıştım, bunu neden umursayacaktım. Yinede o gece halojeni yakmadım. Yeşil böcek lambanın etrafında uzunca bir süre döndükten sonra kendine yemek masasının kenarında bir dinlenme yeri edindi ve sonrada masayı minik ayaklarıyla uzun uzun keşfe koyuldu. Bense onu unuttum. Ertesi gün akşam olmak üzere iken kanatlarının sesi ile hatırladım, hala orada idi. Bir günden fazla yaşayacağını düşünmemiştim. Bu içimde tuhaf bir merak duygusu uyandırmıştı. Genelde evde ikamet eden canlılar, iki menekşem bir ne olduğunu hiç bilemediğim ilk günlerdeki güzel küçük çiçekleri kısa sürede döküldüğünden sadece yeşil yuvarlak yapraklarıyla kala kalan bitki, çok sayıda balık ve iki su kaplumbağası, bir kaç haftadan uzun yaşamamışlardı. Yeşil böcek dişli çıkmıştı, 24 saatten fazladır uçuş hızına bakılırsa enerjisinden birşey kaybetmemiş halde devam ediyordu. Huzursuzca oturdum. Kapının yanındaki kanepenin üstüne geçti. Uzun yolunu azimle katetmeye başladı. Neden uçmuyor diye düşündüm. Belki kanepeyi tanımak istiyordu ve bunu sadece üzerinden uçarak yapamaycağını düşünüyordu. Bu yüzden de bedeni ile orantısız derece de zayıf iplikçiklerden oluşan bacaklarıyla pek zorlu bir yolu bitirmesi gerekiyordu . O kanepede pek oturmadığımdan huzursuz olmayarak halojeni yakmadım yine. Nasılsa ertesi güne kalamazdı. Ancak ertesi gün akşam olup lambayı yaktığımda tanıdık kanat sesi ile dönüp durmaya başladı yeniden. Bu sefer çok olduğunu düşündüm. Evi onunla paylaşmak istemiyordum, bencilce bu 75 metrekareyi kendime sadece kendime kurmuştum, en azından bu kadar minik bir canlıyla paylaşmayı hiç düşünmüyordum. Neyle beslendiği kafamda daimi bir soru işareti olarak kalacaktı büyük ihtimal, üçüncü güne beslenmeden nasıl ulaşabildiği. Uzunca bir süre lambanın etrafında döndü, rahatsız edici kanat sesi kesilmeden. Sonunda sinirlendim ve evimde yaşatacağım hayvanın en azından köpek yada kedi gibi daha kolay iletişim kurabileceğim bir cins olabileceğini sesli olarak söylerken halojeni yaktım. Muhteşem sarı ışığı ile halojen odayı doldurup sıcaklığı ile etrafına ısı yayarken yeşil böcek halojene doğru uçtu. Ama düşündüğümden daha zekiydi, bu zekayı fiziken neresinde barındırdığı meçhulsede döndü, döndü ama halojenin tam üstüne yaklaşmadı. Kenardaki kitaplığın en üst rafına konup bir süre gezindi. Yayılan yüksek ısının kaynağını keşfetmekle meşgul gibiydi. Sanırım bulmuştu da, eve istenmeden gelen misafirlerin en zekisi olarak uçmadan halojenden uzaklaştı ve köşedeki camın ince perdesine konarak bir süre durdu. Ama işte üçüncü gündü, ve heran o berbat kanat sesiyle yeniden uçmaya başlayabilir, daha kötüsü tembel tembel orta sehpanın üzerine yaydığım yiyecek ve içeceklerimden yararlanmaya kalkabilirdi. Hatta bunlardan birinin içine düşüp debelenmesi ihtimali de vardı ki , bu sonuçta ondan kurtulmam demek olsada bu debelenme anının benim için çok travmatik görüntüleri hafızama uzun süreli kazınabilirdi. Akıllıydı. Kabul etmeliydim. Ona göre davranmalıydım. Ve yalnız günlerime geri dönmeliydim. Yada onunla yaşamaya alışmalıydım. Kendimi yorgun ve kararsız hissediyordum. Birşey yapacak gücüm yoktu, hava çok sıcaktı, durmadan üfleyen fan bir işe yaramıyordu, banyodaki küvette soğuk suyun içinde yaşamaya özeniyordu insan sadece, ve yeşil böcekle ilgili düşündüklerimin acımasızlığı yüzünden kendimi kınayarak gözlerimi kapattım. Hafif bir uyku fanın esintisine aldırmadan beni örttü.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

"Herkes ilgi ve şefkat bekliyor" dedi ablam, yarı uyarı yarı tavsiye kaygılarıyla. "Annem, zaten çok yorgun ve yılmış bir halde, abin zaten bildiğin gibi, çocuklar, benim kız dört gözle seni bekliyor, bana bile sen teyzem gibi değilsin o ikimize de eşit davranıyor deyip duruyor. Tek tek herkesle ilgilenip şefkat, özel ilgi göstermen gerek."
Topu topu 4 gün. 4 kişiye bölünürse gün başına bir kişi. Durun, bugün sadece anneme ilgi göstereceğim. Onun sorunlarını dinliyeceğim, çözüm önerilerimi sunup, onun yap dediklerini yapacağım. Yinede tüm bunların altında kalmış ve çaresizlikten bunalmış olmasına rağmen annem, "gelme istersen, sonra gelirsin ne diye geleceksin bu kadar az zaman kalmış işte" diyor, sadece duymak istediğimi düşündüğü şeyi söylüyor, kendimi rahatlatabilmem için, her zaman hep yaptığı gibi, anne böyle birşey değilmidir zaten, feda etmek. Yaşamadım. Sadece sen yaşa diye. Yaşadım, seni de yaşatabilmek için, bu yükün altında kalmaman için.
Kızımın kokusunu duyacağım ya, dünya umrumda değil, sarılıp küçük bedenine, küçük burnundan öpeceğim, isterse yıkılsın herşey, orada yada burada bin tane sorun olsun, olsun, ne olursa olsun.