21 Ekim 2011 Cuma

Episode II: Geç Kalınmış Yalnızlık

Hayat size düş gördürür. Tercihen erken uyandırır. Bazen erken uyanmak sizin için kötü, kalan herşey için iyidir. Bazen düşe kaldığınız yerden devam edebilmek için tekrar uyumak istersiniz, nadiren gerçekten aynı düşe uyuyabilirsiniz, nadiren hiç yakalayamayacığınız bir kabusa döner. Sayısız sıkıcı ve yorucu gerçek hayat deneyimlerinizin aksine düşlerinizde sizinde katkınız vardır, bilinç düzeyinde olmasa bile, bilinçaltı bir parçanızdır, ona dair şeylerde gerçekten çok daha size aittir.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Episode I:  Navigasyon cihazı olarak kalp.

Kalp gözünüz açık değilse bu aşk meşk işlerinde hislerinize güvenmek hayli yararsızdır. Üstüne üstelik sizi hayli zor durumlarda bile bırakabilir. Bakınız Semiha'nın içler acısı hali. Her kadın da olduğu gibi Semiha'nın feci şekilde kandırılma ihtimali gerçekleştiğinde koltuğunda oturdu, geriye doğru yaslandı, ve tüm hücrelerine kadar salak hissetti kendini. Öğrenilmiş salaklıklar. Birde sürdürülebilir salaklıklar vardı, kontrolsüz salaklığın, sürdürülebilir olana indirgenmesi.

"Yığın romanda ne arar? Bir vakit geçirme, bir dinlenme, gündelik hayattan uzaklaşma. Okuduğunu kolayca unutur, her kitap yenidir onun için; okuduğu, yaşayışının özünü etkilemez pek."

Kalp gözünüz açık olmasa da, Cemil Meriç var, Kırk Ambar var, ve hayat bunlarla da karşılaşmayı getirecek küçük mucizlere açık.

Semiha 'inkar/suçluluk/kızgınlık/kabullenme' travma sonrası tepkilerini alabildiğine yaşadıktan sonra kitabını eline aldı, ve kendini yığının bir parçası olarak hissederek okumaya devam etti.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Servade’nin telefonda sesi kıpır kıpırdı, “bilmiyorum, ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi, çok garip hissediyorum kendimi” diyordu. Müfide ilgiyle “neden? Ne oldu ki?” dedi. Bir an ikiside sustular. Müfide merakla “yoksa?... hayrolsun, anlatsana” dedi. Bu imayı biliyordu Servade. Birden sesi soğudu, uzaklaştı, artık ne anlatsa Müfide’nin anlayamayacağını, kendine ördüğü dev halkanın içinde hapsolduğunu düşündü. Kendi payı da vardı Müfide’nin bu halinde. Kızmadı bu yüzden, “dervişin fikri neyse zikri de o olurmuş”diye mırıldandı. Müfide, 40lık genç kız, kıkırdadı, “Haklısın” dedi mahçup.


Oysa yazma serüvenleri karşılaştırmıştı onları. Servade günlerce uzun uzun anlatırdı romanının karakterlerini, ne olup bittiğini hiç anlatmazdı, sadece kişilikler üzerine konuşurlardı. Müfide’nin küçük evinde, çay ve sigara eşliğinde sabahlamışlardı kaç kere, esasoğlan’nın bıyıklarına, uzun zayıf yapısına, kuzenlerinden biriyle çocukluğunda yaşadığı tuhaf istismar hikayesine kadar her ayrıntısını konuşmuşlardı. Servade ana karakter üzerinde konuşurken kendinden geçer, heyecana kapılır, odanın ortasını neredeyse tamamen kaplayan orta sehpa etrafında dönerek volta atarken Müfide onu sessizce dinler sonra basit bir soru ile bütün herşeyi değiştirebilecek bir fikir ortaya atardı. Böyle anlarda Servade alıp başını giderdi hızla, Müfide bunu hiçbir zaman kabalık olarak algılamazdı, gitmesi ve yazması gerektiğini, yalnız kalıp bunları düşünmesinin önemini bilirdi. Bunun dışındaki dostlukları Servade’nin yaşça küçük olmasına rağmen Müfide’ye yaptığı ablalıkla geçerdi, hayatına ilişkin eleştiriler yada tavsiyeler. Bir gün Servade yalnızlığının iyice sivrilttiği dişilikten uzak sesiyle Müfide’nin evlenmesinin ne kadar elzem bir durum olduğunu söyleyerek ve acımasız gelecek tahminleriyle düpedüz Müfide’yi incitecek kadar sert bir konuşma yapmıştı. O güne kadar bu ihtimali hiç düşünmemiş olan Müfide birden bu karamsar gelecek tablosu karşısında korkuya kapılmış, sanki herşeyi kendi elleriyle inşa etmiş olan kendisi değilmiş gibi, bir anda esecek kuvvetli bir rüzgara kapılıp dağılacakmış duygusu içine iyice yerleşmişti. Sonrasında birkaç ufak tefek olay, günlük sıradan sendeleyişler korkuyu kuvvetlendirmişti.

Servade romanın son sayfalarına geldiğinde,tuhaf bir ağırlaşma hissetmişti, zamanın akışı, bedeninin ve ruhunun yorgunluğu gün geçtikçe, sayfalar ilerledikçe ağırlaşıyordu, neredeyse yarattığı karakterlerin gerçek, yaşadığı dünyanın kurgu olduğuna inanmaya başlamıştı, evden çıkmadan uzun günler geçiriyordu, yinede ancak bir yarım sayfa kadar yazmış oluyordu, kendine kızmamaya akışına bırakmaya çalıştıkça bocalayışı artıyordu. Bir akşam Müfide aramıştı onu, hayatında biri olduğunu, ne hissettiğini, heyecanla, bir solukta ve şaşkın bir halle anlatmıştı. Bunun kendi dışında tüm kadınların başına gelebilecek bir durum olduğuna neredeyse emin olan Servade gülümseyerek arkadaşının bu hoşluk haline kendini bırakışını dinlemişti.

Şimdi telefonda “haklısın” diyen sese karşılık içinde bir kayıp hissi yaşıyordu Servade, romanını tamamlamıştı, yıllarca uğraştığı emek verdiği, düşündüğü, hayal kurduğu, neredeyse çocuğu haline gelmiş romanı bitmişti, ve yanıbaşında kendisini en çok duyabilecek seslerden biri bunu ıskalamıştı işte. Neden. Sarhoşluğun hissizliğimi. Kadınlığın kodlarına yerleşen bu vıcık vıcık duygusal hal. Kendini tuhaf hissediyordu. Telefonu kapattılar sıradan vedalaşma sözcükleriyle.

6 Ekim 2011 Perşembe

Bu gerçek dışı oyunun parçasıydık ikimizde. Biliyorduk, ve oyunu kendimizce genişletiyorduk. Köprünün kıyısında durmuştuk bir öğlen. Geçecektik. Çünkü yaşam bizi yalnızlaştırmış, omuzlarımıza ağır yükler bırakmış, sınavımızı zorlaştırmıştı. Öyle mi düşünüyorduk, düpedüz inkar edişimiz vardı bir de bunu, işte herkes kadar diye geçiştiriyorduk,  ara ara ilk kez bir aynayla karşılaşan kedi gibi pençemizi sırlı cama vurdukça aksimizle karşılaştığımızı anlamanın şaşkınlığına kapılıyorduk. Etkileyici olan bu muydu. Sonra tutkuyla kendi "ters" görüntümüze bakıyorduk, hayatın her alanı bize tam zıttını sunmuştu, herşeyin tersini. Zıtlık, terslik içinde serpilip gelişmiş benzer iki ruh.