30 Nisan 2012 Pazartesi

Bazen uyuyamıyor olmak, bazen de uykunun çarçabuk gelivermesi rahatsız ediyor. Genel bir haldir belki de. Bekliyor olmak da. Bir arkadaşım ne kadar mutsuz göründüğümden bahsederken gözlerini kırpıştırıyor. Gittiği NLP kursunda öyle söylemişler, yalan söyleyen kişi yüzünüze bakarken mutlaka gözlerini kırpıştırır. Bunu söylerken bir yerlerde oturmuş dört kişiydik, ve daha fazlası etrafımızdaydı, ve bu fazla insan sayısı beni yıldırmış, sindirmişti, geniş koltukla büyük masa arasında bir yerde kaybolmak üzereydim, kimse çok fark etmiyordu, konuşulanlara özenle gülmeye çalışıyordum, içimden ölesiye sıkılıyor gitmek istiyordum. Aklımın bir yerlerde kalmasını herkesin hak vereceği kaygılarım olduğu gerçekliğine bağladıklarından yadırgamıyorlardı bu halimi. Kaygılanmıyordum. Sıkılıyordum sadece. Eski eşim demişti yıllar önce, arkadaşlarının hiç eğlenceli olmadıklarını söylediğimde insanlar senin soytarıların değil diye çıkışmıştı. Oysa ben soytarım olan arkadaşlara alışkındım. Beni eğlendiren, yada eğlendirdiğim, beraber güldüğüm, en başta kendimizle sonra kalan herşeyle dalga geçebildiğim. O yüzden de herkesin sevdiği komedyenler bana sıradan gelmişti. Ve herkes çok sıkıcı.  Mutsuz olmak, mutlu olmak, kolayca bir nedene bağlanıp, üzerinde bir kaç esaslı cümle sarfedilerek dostluk görevimizi yerine getirmenin haklı gururu ile bir kenara çekilebilmeyi sağlayacak bir şeyse, sevgili arkadaşım, iyi bir hal demek ki. Uzun yolculuğuna çıkmadan önce sadece bir kaç dakika yüzüme bir kaç yıl önce baktığı gibi bakıyor. İnsanlar değişiyorlar, sende, bende değişiyoruz sevgili arkadaşım. Biri Onun için O'nu çok iyi gördüm, uzun zamandır olmadığı kadar iyi, diyor, O ise biri için, nihayet psikolojisi düzelmiş diyor, karman çorman haller. Bense eve dönüyorum, kutsal sığınağıma.

19 Nisan 2012 Perşembe

Yaşlı adam otobüs durağının kenarında durmuştu. Banka oturmamıştı. Eski pardesüsü hafifçe kımıldıyordu, uzun bacaklarının arasında savrulup duruyordu, buruşuk ellerini ceplerine koymadan parmaklarıyla bir kağıt parçasını eziyordu. Sessiz, kaşları çatık, yola bakıyordu. Beklediği otobüs yarım saatten fazladır gelmemişti ki berbat bir rüzgar çıktı. Üşümüyordu, soğuk değildi, sadece gözlerinin acıdığını hissediyordu. Bankta oturan küçük kız çocuğu dikkatle yüzüne bakıyordu, farkındaydı ama uzundur onu görmezden geliyordu. Böyle yaparsa kızın bir süre sonra oyalanacak başka birşeyler bulacağını düşünüyordu belli ki. Ama küçük kız ısrarla bu çizgilerle dolu soluk yüze bakmayı sürdürüyordu, gittikçe çatılan kaşlara ve umursamaz gri gözlerine adamın. Kızın yanında ortayaşlı çok zayıf bir kadın oturuyordu, kadın hep önüne bakıyordu ve bu halini adam onlara bakmadan görebiliyordu. Kadın yola bile bakmıyordu sanki, hep önüne, kaldırımın bitiş noktasına, ince bir suyun sızıp on metre kadar ileride ki ızgarada kaybolduğu noktaya.  Küçük kız adamın yüzündeki çizgilerin birer yol olduğunu düşünüyordu, uzaklara giden, derin, ve orda daha küçük canlıların yaşadığını, bu yollardan başka vadilere gidip geldiklerini, yaşlı adamın bunu hiç bilmediğini. Bazen adam ağlıyorsa eğer bu küçük canlıların yağmurla ıslandıklarını, ve bazen de eğer adam güneşleniyorsa o vadiye yaz geldiğini düşünüyordu.  Bu sırada kadın öksürmeye başladı. Kuru sert öksürüklerle kamburu çıkmış cılız bedeni sarsılmaya başladı. Küçük kız kadına baktı. Onunda yüzünde derin çizgiler olduğunu görüp göremeyeceğini düşündü. Onu yaşlanmış hayal etmeye çalıştı. Kaşlarına baktı, kadının kaşları incecikti, yaşlı adamın kalın gür beyaz kaşlarına hiç benzemiyordu.  Kadının yaşlanmış halini hayal edemeyeceğini düşündü küçük kız. Bu onu korkuttu ve usulca sokuldu annesine biraz daha. Yaşlı adam öksürüklere doğru çevirdi bakışlarını. Sert çizgilerle dolu yüzü yumuşadı, ince, sızı dolu baktı kadına. Küçük kız yaşlı adama. Kadın kaldırıma. Bir otobüs geldi. Yanaştı.

10 Nisan 2012 Salı

Hava yine de soğuk olacak biliyorum. Ben dışarı çıkacağım, yokuşun aşağılarından bir yerlerden caddeye döneceğim. Cadde kıvrılıp gidecek yukarılara doğru. Otoparkın iki köpeği, hırsla öfkeyle havlayacak peşim sıra. Umrumda değil diyeceğim onlara bakıp, hem de kokrmadan. O zaman sakinleşecekler, biliyorum, umrumda olmazlarsa korkutmaya çalışmazlar değil mi. Hadi, kendi yaşam alanınıza dönün, bir iki aracın ancak park ettiği geniş beton düzlüğe. Bazen bir kedi düşerse yolunu şaşırıp, acımasızca oynayabilirsiniz vahşi oyununuzu. Avlanmak, uyumak, yemek için o beton düzlüğe mahkumsunuz, yapabileceğiniz bir tek otoparkın yanında ki kaldırımdan geçen dişinize uygun bulduklarınıza havlamak sadece. Ötesini yapabildiğinizi de hiç görmedim zaten. Bir silahım olsaydı kesinlikle önünüzden geçerdim gecenin geç saatlerinde ve o zaman yaşam alanınızın otoparkın tel örgüyle çevrili sınırlarını aştığını sandığınızdan önüme atlardınız, caddenin başına kadar takip etmek için,ve ben sizi vururdum. Evet. Uygun değil mi naif kişiliğime bir canlıyı öldürmek? Yanıldığınızı anladığınız da çok geç olurdu. Hayat yanılgılardan ve geç kalmışlıklardan ibaret zaten.

8 Nisan 2012 Pazar

Eğlen Ruhum

  Günlerden pazar, aylardan nisan ve sıcaklık mevsim normallerinin üzerinde seyrederken, bedenim yaptığı minik yürüyüşün keyfindeyken,  tenha sokak aralarında gezinirken ve ağaçların usulca çiçeklendiğini fark ederken, ve kentin böylesine kalabalık, böylesine civcivli haline aldırmadan kuş seslerini duyabilirken hala, mutlu ve şanslı hissetmek. Bırakabildiğin, devam edebildiğin, günde içtiğin bir buçuk paket sigaraya karşın hala kokuları fark edebildiğin için.
Öyleyse  ;

"Dur ey zaman! ne güzelsin"

6 Nisan 2012 Cuma

Adamlar gelecekti. Biliyordum, hazırlanmıştım, her zamanki iş işte, konuşacaktık, söylediklerini yazacaktım, imza atıp gideceklerdi. Ama kalabalık geldiler ve yaşlı olan hiç susmadan konuşmaya başladı. Sustum ve dinledim. Konuştu, anlattı, gerekli ve gereksiz bir sürü ayrıntıyla beynimi doldurdu. Yapmak istediğim tek şey "bir sus ya, sessizlik!" demekken gülümsedim, sabırla başımı sallayıp hatta arada teşvik edici olarak bekledim. Anlamadılar, devam ettiler. Oda arkadaşlarım arada yardıma ihtiyacın varsa müdahale edelim der gibi baktılar. Yine de benim taş çatlatan sabrıma defalarca şahit olduklarndan seslerini çıkarmadılar. Yaşlı adam konu dışına çıkmıştı artık, hiçbiri olmadığım halde başlarda "bacım, ablacım" sonlara doğru "müdürüm" diye hitap ederek arada konuşmaya devam etti. Sonunda tüm söylediklerini yazdıktan sonra ben, kağıdı önüne uzattım ve imzalayacağı yeri gösterdim. Baktı, çizgilerle dolu yüzünde sinsi bir ışık yandı, "imzalamazsam ne olur?" dedi. "Hiç birşey olmaz" dedim. "İmzalasanızda imzalamasanızda." Sessizlik odayı kapladı bir süre. Kendime gelip devam ettim. "aynı işlemi yapacağım".

3 Nisan 2012 Salı

   Sevgili Telve;
   Kağıdı ve kalemi elime alınca önce bir şaşırdım. Kelimeler zihnimde uçuyordu kaç gündür. Bilirsin, klayvenin tuşlarına bastıkça ekranda hızla belirir, neredeyse uçuşma hızına yakın, kelimeler, cümleler, paragraflar. Oysa kalemle yazmak çok daha yavaş, yazarken bir yandan düşünebiliyorsun mesela. Bir de tuhaf bir şey öğrendim, bonsai bir ağaç türü değil, ağaç yetiştirme sanatıymış. Komik değil mi. Benim halim yani komik olan. Ciğerlerim de çok daha fazla sızlıyor artık, yaşlanıyorum ya, her gün ayrı bir yer sızlıyor heralde, çok daha az sigara içmeme rağmen. Sıkıldım artık galiba. Genel bir hal. Hayat boktan. Neylersin.