1 Ağustos 2018 Çarşamba

     Neden şafak kaç derler biliyor musun. Çünkü, o son gece, biteceğini ve döneceğini bildiğin son gece, kimse uyuyamaz. Ve şafağı seyredersin. Güneşin doğuşunu izlersin, ve o an artık bitmiştir.
   Güneşin doğuşunu izlerken iki yıl önceyi düşünüyorsun. Dönebilme ihtimaline karşı tereddüt ettiğin o akşamı. "Neden düşünüyorsun ki? Sen orada mutsuzsun Semiha." Şimdi arafta beklerken, kaygılısın. Giderken olduğu gibi, dönerken de aynı yere dönmediğini bildiğinden.

11 Temmuz 2018 Çarşamba

           Şafak sayımı 4 haneli rakamlardan iki haneye düşüverdiğinde, kendimi salondaki gümüşlüğün içindeki bir yığın bardak çanağı gazetelere sararken buldum. Kaç kere yapmıştım bunu. Daha kaç kere yapacaktım. Bazen hüzünle, bazen çaresizlik içinde. 18 yıldır aynı komidin. Şimdi hiç bir şey hissetmeden yapıyordum bunu. Geride bırakmak bir çok şeyi. İleride ne olduğunu bilmemek. Gitmek sadece. Bu kente yerleşirken şöyle düşünmüştüm, dönüşümde bin kilometreyi arabayla döneceğim ve her kilometrede şükredeceğim dönebildiğim için.

2 Mayıs 2018 Çarşamba

       Eltisi gelecek diye evi düzeltmeye çalışırken, annem, poşetlerde 2 yıldır duran bir çerçeveyi çıkarıp duvara monte raftaki kitaplara yaslamıştı. Bu kızımın anaokulunda çekilen bir fotoğrafıydı, mezun olacakmış gibi kep ve cüppe giydirilmiş, eflatunlar içinde gülümsüyordu. Altı yaşında, kendisinden ne beklenildiği öğretilmeye başlanmıştı. Olması gereken şeydi bu, mezun. Ben de gururlu bir anne olarak fotoğrafa ara ara bakmalıydım. Oysa, fotoğraf çoktan, evin  geçmişte kalmış silik hatıralar kısmına depo edilmişti bile. Demek ki bir şey hissettirmemişti ebeveynine. Ya da çocuğa, kendine en azından iyi bir kep töreni sağlayacak bir okula gitmek hedefi olmadığına göre. Belki de hem anne hem kız olarak biz bu zamanların küme dışı elemanlarıydık.
    Yine de sigarayı bırakalı 5 gün olmasından mütevellit, içimde derin bir acıyla koltuğa oturmuş suratımı asarken, annemin benim için ne kadar üzüldüğünü gördüm yüzünden. "iyi misin kızım" dedi yumuşacık sesiyle. "değilim anne. bir daha hayatım boyunca hiç mutlu olamayacağımı hissediyorum. ve uzun bir süre daha böyle hissedeceğimi biliyorum. ama geçecek." Bu açık cevap onu o kadar sarstı ki, bir süre ne diyeceğini bilemeden kaldı yüzüme bakarak.

26 Nisan 2018 Perşembe


 Kitap fuarında, tanıdık bildik yayın evinin standı önünde bakarken,  neden bu yayın evini bir zamanlar takip ettiğimi hatırlamaya çalışıyordum. Hatırlayamıyordum, önümde duran kitaplarda bir şey anımsatmıyordu. Yavaşça standın önünde yürüyordum sola doğru, geride duran yayınevi görevlisi de karşımda hem telefonla konuşuyor hem de benimle aynı yöne yürüyordu. Adama bakmamaya çalışarak ilerliyordum biraz daha. Adam da ilerliyordu. Bir yandan "İnci hanımda gelecek evet" diyordu. İnci hanımı hatırlamıyordum, demek ki önemli bir İnci hanım vardı, böyle bir tonlamada bahsedilecek. En solda çocuk kitapları duruyordu, buraya kadar ulaştıktan sonra geriye sağa doğru ilerlemeye başladım. Adam da sağa doğru ilerlemeye başladı. sonunda masanın en sonuna ulaştık ve  telefon konuşması bitti. 
"Nasıl bir kitap arıyorsunuz?" dedi. Şaşkındım, nasıl bir kitap aradığım hakkında bir fikrim yoktu. Belirli bir kitabı arıyordum ama aradığım belirli kitabı hatırlamıyordum, ve bu aradığım kitap benim son bir kaç yıldır yayınevini sosyal medya hesaplarından takip etmemin nedeniydi. 
"Bilmiyorum" dedim. Sonra yayınevinin en bilindik kitabını eline aldım ve "sanırım bunu arıyordum" dedim.
"Kadir'in kitabı mı" dedi. Boş boş baktım.
"Bu Kadir'in kitabı, bu da benim kitabım" dedi. "bakın bu da yeni çıkan kitaplarımızdan" dedi, önüme başka bir kitap koydu anlamsızca evirip çevirdim. 
"Nasıl bir tarz okuyorsunuz? Şu mesela Yakup Kadri tarzında yazar." Adamın yüzüne bakıp, kafka tarzı yazan var mı? ya da mesela dostovyevski tarzında yazan demek istedim. O sırada adam susmadan konuşmaya devam etti. Ama söyledikleri uçup gidiyordu koridorda, odaklanamıyordum, alışveriş merkezinin geniş girişinde kaybolmuş gibiydim, iş arkadaşlarımla geldiğim basit bir öğle gezisi gibi değildi, biri beni gömleğimin yakasından tutup bu şehirden çekip almıştı, İstanbul'da, kitap fuarına bırakıvermişti, ve  geniş alanda kimse yokken  sadece ben, kitaplarla baş başa kalmıştım. Bu fuarın açılışına bir saat kala gelmemizden kaynaklanmıyordu.  Galiba bir ara kitaplarda yüzde kaç indirim olduğunu sordum, ama bu anlamsız bir soruydu  çünkü cevabı ne olursa olsun zaten alacaktım, belki de bu tek yönlü konuşma bozulsun istemiştim. Sonra yazar aslında Trabzonlu olduğunu ve Trabzon'da yaşadığını söyledi. Şaşırmıştım gerçekten, O da bu şaşırmaya makul gerekçeler söyledi, ama bunu da anlayamadım. dergilerinden bahsetti ve almaya karar verdiğim üç kitabı uzatınca (Kadir'in kitabı, yakup kadri tarzı yazarın kitabı ve kendi kitabı)  dergiyi hediye etti, ve kitapları poşete koyarken "kitabı imzalamamı ister misiniz?" dedi. "Evet lütfen" diye geveledim. "Umarım uğurlu gelirsiniz" dedi. "İnsan insana, bütün denizler birbirine dökülür" notuyla imzaladı. Sayfanın üst tarafına iki küçük ağaç fidanı karaladı.  Dönüp geriye baktım. Arkada takım elbiseli iş arkadaşlarım etrafa yayılmış, kolilerden çıkarıp standlara bırakılan kitaplara pek bakmadan gelişigüzel yürüyorlardı. Daha gerilerde, kendi masamın üzerinde, uzun muavin defterleri, rakamlar, giderler, gelirlerle dolu sayfalar beni bekliyordu.


15 Şubat 2018 Perşembe

"Zamanın göreceli ağırlığı, çok anlamlı kadim bir rüya gibi üzerine çöküyor. O zamandan kurtulabilmek için hareket etmeye devam ediyorsun. Dünyanın öteki ucuna gitsen bile, o zamandan kaçamayabilirsin. Fakat öyle bile olsa, dünyanın öteki ucuna gitmek zorundasın. Dünyanın öteki ucuna gitmedikçe yapamayacağın şeyler de var çünkü."  Murakami, Sahilde Kafka.