30 Temmuz 2010 Cuma



O vapurun pembe ve yeşil canavarları tarafından kovalandığını bunun fotoğrafını çekeceğimi söyledim ama arkadaşım bana inanmadı. Uzundur görüşmemiştik, bir yıla yakın olmuştu, iri siyah gözleriyle yüzüme bakıyordu, ciddi olup olmadığımı anlayabilmek için. Ciddi olabilirdim, emindi buna, olasılıklara inandığından değil, beni çok uzundur tanıdığından. Yeni yaşamaya başladığı kenti anlatıyordu bana, sahildeki güzel kafelerden birinde oturuyorduk, dayanılmaz sıcağı hafifletmek üzere tepemizden su damlacıklarını bir sis halinde üstümüze boca eden özel bir sistem vardı, ve bu yoğun sis her püskürüşünde biraz, kısa bir süre ferahladığımızı sanıyorduk. Yaşamayı düşündüğü şehirdi burası. Kentin caddelerini, evini, işini anlatırken yüzünde daha öncesinde tanıdık olduğum aynı mutsuz ifade vardı. Daha öncesinde sahip olmadığı bir sürü şeyi vardı oysaki. Önümüzdeki biralar hızla ısınırken pembe ve yeşil canavarlarının vapurun her gidişinde peşinden gitmek zorunda olduklarının yunan mitolojisine dayandığına inandırmaya çalışıyordum. Bir kısmı denizin biraz üstünden, bir kısmı suyun içinden kovalar ve bir kısmı da yani vapuru yakalayabilenler artık pembe ve yeşil olmak zorunda değildirler, özgür canavarlar olarak alabildiğine koşabilirler deniz yüzeyinde. Suratını iyice asmış bakıyordu. Biraz geçmişten bahsettik. İkinci biralar geldi. Yorgundu ve işler yolunda gitmemiş gibiydi. Oysa ne kadar da herşey yerli yerinde ve olması gerektiği gibi görünüyordu. Tamda istediği gibi. Kurguladığı (kurgulandığı?) düzeninde ciddi bir eksiklik vardı. Herşey kendi kontrolünde olamıyordu işte. Yıllar nasılda çabuk geçmişti, işe başladığımız ilk günlerin tazeliği güneşte çok kalmaktan yer yer yırtılan bir perde gibi çekilivermişti. Şimdi elimizde kalan başarılar ve başarısızlıklarla önümüzdeki bira bardaklarıydı. Yada yılışkan gülümseyişli garsonun oldukça güzel bir kadın olan arkadaşımla konuşma çabaları.
“artık genç değilim” diye mırıldandı. Süzdü gözlerini, masanın üzerindeki kültablasına doğru uzattı parmaklarını önce, tablada duran sigarasını hala yakmadığını fark ederek. Eski alışkanlığıydı bu, sigarayı bırakmadan öncede, bir tane alır bir süre sonra yakmak üzere, kültablasına bırakırdı.
“eğer” dedim, bu sefer gülümseyerek “pembe ve yeşil canavarları aslında yakalamak zorunda oldukları bir vapur olmadığını anlarlarsa, renklerine mahkum kalmak zorunda değildirler.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder