21 Kasım 2011 Pazartesi

Uyandı. Güneş hayli yükselmişti gökyüzünde, pencerenin hiçbir zaman tam kapanmayan güneşliğinin aralı bıraktığı kısmından tam da gözlerine doğru vuruyordu sıcak ışığı. Hayli huzursuz bir rüya görmekte olduğunu hatırlardı, çok karanlık bir teknenin lombarından bakmaya çalışıyordu, dışarda fırtınalı bir deniz olduğunu göremiyordu ama biliyordu. İyiye yorulacak bir yanı yoktu hissettiği kaygının. Yinede gözlerini açmamıştı hala. Düşünüyordu. Geç kalmış olmalıydı zaten. Kalkması için nedenini yitirmişti. Böyle kalabilirdi. Açlık daha dayanılabilir olduğundan, susuzluğu kendisini zorlayana kadar kalabilirdi. İlk komşusunun telefonuna attığı kısa mesaj sesi duyulurdu sessizlikte. Kahveye gel. Yada buna benzer birşey. Gelmeyeyim. Seni görmek istemiyorum. Kişisel olarak düşünme, kimseyi görmek istemiyorum. Cevap yazamayacaktı nasılsa, O da her nasılsa kahveye gelemeyecek olduğunu düşünürdü. Cevap beklermiydi acaba. Gelemeyeceğim. Bazen beklerdi. Bazen uzun süren sessizlik yıpratıcı bir hayıra denk gelirdi nasılsa. İş arkadaşları merak ederdi, bir kısmı, kalanları umursamazdı. Öğleye doğru telefon açarlardı, belki de çok gerekli değilse bunu da yapmayabilirlerdi. Akşama kadar idare edilebilirdi rahatlıkla, önemli olan akşamdan sonrasıydı. Akşamdan sonra rutin olarak telefon konuşması yaptığı bir kaç kişi arardı, eğer cevap vermezse kaygı duyabilecek annesi, başka bir şehirde yaşayan arkadaşı, telefonu zorlardı. Telefonu zorlamak. Cansız bir cisimi nasıl zorlayacaksın ki? Yinede gözlerini açmak istemiyordu, eninde sonunda güne başlamak zorunda olsa bile insan, sadece biraz daha ertelenebilir miydi ki? Açmadı gözlerini. Huzursuz, mutsuz, tanıklık etmek yada dahil olmak istemeyerek hayata, biraz daha kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder