15 Kasım 2011 Salı

EPİSODE IV : KADIN OLMAK VERSUS YAZAR OLMAK

Bu coğrafyanın ilk kadın romancısı Fatma Aliye Hanım, 19yy sonlarında doğmuş,  babasından gizleyerek kitap okumuş, ve yaptığı ilk çevirisinide “bir hanım” diye imzalamış.

Kadının Adı Yok’u ilk okuduğumda neden yok diye düşünmüştüm.

“Erkek işi addedilen yazarlığa geçişinde başta Ahmet Mithat olmak üzere hep erkeklerin onayına gereksinim duyması, onların yörüngesinde titizlikle tutulması Aliye'deki bu iki sesliliği yaratır. Görenek içinde batılılaşmaya çalışan, erkek öğretmenlerinden aldığı derslerle kendi dilini yaratmaya uğraşan Aliye baskın erkek söyleminin dışına çok az çıkabilmiştir. Dolayısıyla Aliye'yi feminist bir yazar yapmaktan alıkoyan bu paradoks olduğu gibi, kadınca arzularının gerçek ve kendiliğinden olduğuna dair klasik yanılsamadır. René Girard'ın arzularımızın özgün ve kendiliğinden değil aksine öykünmeci (mimetik) olduğunu savunuşundan hareketle Aliye'nin romantik arzusunun da ödünç alındığını, kendisine eril bir dil tarafından dikte edildiğini söyleyebiliriz. Fatma Aliye'nin yazarlığındaki bu çıkmaz, yazar oluşunda önemli etkisi olan iki 'baba'nın varlığında odaklanır. Öz babası tarihçi, hukukçu ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa ile edebi babası Ahmet Mithat, onu desteklerken denetimi ellerinden bırakmazlar.

..



Dönemin birçok aydını gibi Cevdet Paşa da hakiki bir 'terakki ve tebeddül' sağlanabilmesi için kız evladının eğitimini yönlendirmiş, ama onu derin bir İslam bilgisinden de yoksun kılmamış. Batılı çağdaşlarının aksine kendi adıyla yazan bir kadın olarak modernleşmeye geçişte etkili 'feminist' yanı bu nedenle hep gölgede kalmış; batılı üvey babanın doğulu kızı olmuştur adeta Aliye. Mithat, onu bir kadın yazar olarak lanse etse de bunun gelenekler dahilinde yapıldığını, Fatma Aliye'nin yazarlığının yanı sıra ahlaken de mükemmel bir kadın oluğunu sık sık yineler. Yazarlık, ahlakı doğal olarak barındırmaz bu görüşe göre, çünkü ahlak sadece görenek içinden kurulan tabular silsilesidir. Ahmet Cevdet Paşa ile Ahmet Mithat'ın hem kültürlü bir kadın yazar, hem de iffetli bir anne-kadın yaratma arzularının mükemmel bir tatmin alanıdır Fatma Aliye...”(Radikal kitap, 343, Hanede Öğüt)



               Fatma Aliye üzerine yazılmış bir kitap: “Fatma Aliye: Uzak Ülke”. Kitabın tanıtımını yapan sitede yer alan not:

ilk kadın Türk romancı Fatma Aliye’nin doğumundan ölümüne kadar tüm hayatı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun “Fatma Aliye: Uzak Ülke” adlı kitabıyla okurla buluşuyor. Yazara göre Aliye’nin kendi vatanı içinde kendini ‘uzak ülkede’ hissetmesinin nedeni, İslamcı yaklaşımıydı. Mustafa Kemal’in yaptığı yenilikler kendini uzakta hissetmesine neden oluyordu. Ama bir yandan da Latife Hanım ile mektuplaşıyordu.
Saltanatın kaldırılması, alfabenin değişmesi ve padişahın düşürülmesi demek, geçmişten vazgeçmek demekti ona göre. Geçmişinden vazgeçmiş olan da her şeyinden vazgeçmiş olurdu. Fatma Aliye’nin, kimilerine göre asıl belirgin özelliği feministliğiydi, kimilerine göreyse İslamcılığıydı. Kitabın yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ise, kendi dünya görüşü çerçevesinde değerlendirdiği Fatma Aliye’nin muhafazakâr yanına daha fazla vurgu yapıyor.



               Fatma Aliye’nin yakın zaman tartışmaları, 50 liralık banknotları üzerindeki resimlerine dair. Neden cumhuriyet dönemi kadın yazarlarından biri değil de, Fatma Aliye sorusu etrafında düğümleniyor. Gönderme ilk oluşuna mı, yoksa muhafazakar ve Osmanlı oluşuna mı? Yoksa edebi yetkinliğine mi.

          Edebi anlamda olmasa da, benim tanıdığım en yetkin Fatma, annemdir. Zamanı geldiğinde, kendisinden başka hiçbir güç noktası, dayanağı olmaksızın himaye altına girmeyi reddeden, çocukları ve kendi yaşamı üzerine bütün çevresi tarafından yapılan çeşitli kurguları reddederek kararlarını alabilen ve uygulayabilen kadın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder