21 Kasım 2011 Pazartesi

Yeni Bir Başlangıç

               Düşündü. Ne zamandır yapmadığı bir şey, çünkü yaşamı bir koşturmaca ve yerine getirmesi gereken görevlerden ibaretti uzundur, bu da tabii ki düşünmesine fırsat tanımayacak bir yoğunluğu getiriyordu beraberinde. Hem düşünmek zahmetlidir. Yorar.  Uzunca bir süredir yorulmaması gerektiğini düşünüyordu, nasılsa fani değilmiydi dünya, en zahmetsizce ve en az yorucu halle gereksiz süreyi atlatmak gerekirdi.

          Ama o sabah başkaydı.

          Başka mıydı?

          Her sabah olduğu üzere kalkmış, saatin huzursuz alarmını susturmuş, banyoya girip hızlı bir şekilde soyunmuştu. Suyun altına girdi. Basit bir umutsuzluk haliyle sıcak suyun altında biraz oyalandı, sonra çıktı ve havlusunu unutmuş olduğunu fark etti. Bu rutinin dışına çıktığı ilk andı, ıslak bir halde banyo taşını nasıl ıslattığını izledi önce, sonra umursamadan devam etti ve yatak odasına girdi. Havluyu araması gerekiyordu ama neden unuttuğu sorusu daha çok oyalıyordu zihnini, üşümüyordu bu yüzden ıslaklığı kendisini rahatsız etmiyordu, yatağının üzerine oturdu ve gardrobun büyük aynasından 40 yaşlarında yorgun bir kadının kendini izlemekte olduğunu fark etti.  Kadın çıplak ve ıslak görünüyordu, bedeni yaşlılığın ilk belirtileriyle biraz çökmüştü. Yüzünde garip bir şaşkınlık yansımıştı, Güzel kaşlarının ve görkemli burnunun devamında endişeyle büzülmüş dudakları. Şaşkınlığı arttı. Kendisi olması gereken görüntü değildi bu. Ya da kendi görüntüsü sandığı görüntü değildi. Kalktı, biraz odanın içinde dolaştı ve yorgunluğunu hissetti ilk olarak. Nereden bulduğunu bilmeden havlusu eline geçmişti, sarındı ve tekrar aynanın karşısına geçti. Aynı kadın bakıyordu yine, kendisi olmayan. Huzursuz bir halde tekrar kalktı, yürümeye devam etti. İlk defa bunun üzerine düşünmesi gerektiğini hissetti. Bu sırada çoktan hazırlanmış ve makyajına başlamış olması gerekiyordu, çünkü bunun için kalan son on dakikasındaydı, ve eğer makyajını tamamlamazsa solgun berbat bir yüzle işe gitmek zorunda kalacaktı.

          Durdu. Neden işe gitmek zorundaydı.

          Tanrım yapılacak bir sürü iş vardı, dünden kalanlar, öğleden sonraya yetiştirilmesi gerekenler, görüşmeler, toplantılar, açılacak yada cevaplanacak telefonlar, sekreteri Lamia’nın içler acısı sızılı yüzünden gergin bir gün planı dinlenecekti daha. Lamia’yı görmek istemiyordu. Tatminsiz bir çocuk gibi durmaksızın birşeyler söylüyordu Lamia, özel yaşamına kadar planlamalar yapıyordu. Onun da işi bu muydu? Kendi işi neydi? İşlevi? Ne yapıyordu?

          Cep telefonu çaldığında o hala aynadaki görüntüye bakıyordu, telefonu eline aldı, arayan kişinin kim olduğuna baktı, cevaplamak zorunda olup olmadığını sonra da bunu isteyip istemediğini düşündü. İstemediği kesindi. Şu an sadece aynadaki görüntüyle konuşmak istiyordu, o arasa cevaplardı, şimdi sessizliği bozan bu huzursuz kakafonik sesi susturması gerekti, hızlıca gelen çağrıyı reddetti ve kırmızı tuşa takıldı gözleri. Bunu arayan kişiye ilk defa yapıyordu. Arayanın kaygı duyup duymacağını düşündü. Kişiliğine aykırıydı kaygı duymak. Onu tanıdığı kadarıyla bir miktar şaşırsa bile umursamayacağına emindi. Omuz silkecek ve nasılsa meşguldür, geri döner diye düşünecekti. Belki de ilişkilerinin zedelenmeye başlamasına yoracak, bir miktar üzülse bile oluruna bırakmak gerek diyecekti içinden. Aynadaki görüntünün yarım bir gülümseyişle kendine baktığını fark etti, utandı, hızlıca kalktı. Önce giyinmeye çalıştı, ama açık gardrop kapısından görünen hiçbirşeyi giymek istemiyordu. Üşüyüp üşümediğini yada acıkıp acıkmadığını düşündü. İki konuda da kararsızdı, her ihtimalde havlu içinde kalabilirdi, yürüdü, evin diğer odalarına doğru açılan koridorun başında birkaç adım attı, geri döndü, tekrar ilerledi ve böylece volta atmaya başladı. Gerekmedikçe  yürümeyen biri için durumunu garipsedi. Garipseyerek yürümeye devam etti. Telefonu tekrar çaldığında bu sefer arayanın Lamia olduğuna emin olarak ekrana baktı. Geç kalmış olduğunu biliyordu. Son beş yıldır pek geç kalmamıştı işe, telefon daha huzursuz çalıyordu, kulaklarını kapatmayı denedi, telefona cevap vermezse Lamia’nın ne yapabileceğini kestirmeye çalıştı, emin olamadığı için bir süre reddetmeye karar veremedi, yürüdü, telefonunu aralı mutfak balkonundan aşağı bırakmak için ilerledi, sonra bu halde balkona çıkmaya çekindiği için odasına geri dönüp pencereyi araladı ve telefonu açık aralıktan aşağı bıraktı.

          Bu attığı ilk cisim inanılmaz bir ferahlık duygusu hissetmesine sebep oldu. Sanki ciddi bir ağırlığı omuzlarından atmıştı, nefesi düzelmiş, odanın içine oksijen dolmuş gibiydi. Göz ucuyla aynaya baktı, kadın daha açık bir gülümseme ile belli belirsiz kendisine bakıyordu. Durdu, yürüdü, düşündü ve daha başka ne atabileceğine karar vermeye çalıştı. Bu yaşadığı hissi ona tekrar yaşatabilecek bir şey. Akşamdan kalan kahve kupası yarı dolu hala masasının üzerinde duruyordu, hızla yaklaştı kupayı eline aldığı gibi pencereye gitmesi bir oldu, bıraktı, ve işte yine o aynı his, hafiflemek, daha kolay nefes alabilmek. Sonra masasının üstünde duran birkaç dosya, masa lambası, ve kalın ajandası. Hepsini attı. Birer birer ve keyfini çıkararak. Bu ağırlıklar dönüşü olmayan biçimde gidiyorlardı artık, bir daha aynı yoğunluk hissini yaşamayacağına emindi, gittikçe daha çok gülümseyerek atabilecek birşeyler bulmaya çalıştı. Yaklaştı ve yatağının ucunda duran saati gördü, sevindi, saati de hızla attı.

          Neredeyse odadaki bütün küçük cisimleri atmıştı ki kapının durmaksızın çalındığını fark etti. Ne kadardır? Hatırlamıyordu. Hala havlu ile olduğunu hatırladı durdu, ve gayet sakin bir sesle “bir dakika” dedi sadece. Dışardan sesler geliyordu, birden fazla kişi mırıldanıyor yada daha sesli konuşuyorlardı ama ne dedikleri anlaşılmıyordu, komşuları olmalıydı, öyle ya, birileri pencereden fırlatılmış cisimleri görmüş, hatta yaralanmış bile olabilirdi, içini bir korku kapladı birden, tanıdık olmayan, apansız kendini ele geçiren bir korku. Giyinmesi gerekiyordu, ama gardrobunda da hiç kıyafet kalmamıştı, onları da attığını hatırladı, ne kadar süredir attığının farkında değildi, neden sonra kapıdaki seslerden birini tanıdı, Lamia’ydı bu, sesi titrek kendini çağırıyordu, ama ne dediği anlaşılmıyordu, adını seçebiliyordu bir tek, ve devamına özenle iliştirilen “hanım” kelimesiyle beraber, saygı ile korku yada acıma karışımı bir ses tonu ile, kıyafetini bulabilse kapıyı açacaktı aslında, hiçbirşey kalmamıştı işte, ne yapacağını bilemez halde evin odalarında dolanmaya başladı, bi taraflara attığı herhangi bir şey, sonunda kirli sepeti geldi aklına ve sepete elini uzatıp eline geçen ilk şeyi üstüne geçiriverdi. Bu sırada kapı zorlanmaya başlamıştı bile, endişe tonlu sesler eşliğinde daha fazla dayanamayan kapı gürültüyle açıldı. Birden evin içine tanıdığı ve tanımadığı bir sürü insan doluvermişti, üzerinde kirli kıyafetleri, odanın ortasında doluşverdi herkes. Hayret çığlıklarıyla üzerine çullandıklarını hatırlıyordu sonra, sonra? Derin uzun bir boşluk. Karanlık. Ama dinlendirici.

          Çok sonra kendini bir yatakta bularak uyandı. Etrafına bakındı. Bir hastane odasının sakinliğindeydi oda, yabancı, beyaz, ilaç kokulu. Yanıbaşında ki etajerin üzerinde bir bardak su duruyordu, yarılanmış, sanki uyanıp bir ara içmiş gibi hissetti , uzun rüyasız bir uykudan uyanmıştı da herşeyi unutmuştu. Hayal meyal Lamia’nın, İsmet’in hayret dolu yüzlerini hatırlıyordu, yakınında değillerdi, uzaktan yabancı yüzlerin arkasından kendini izleyen. Ağırlıklarından kurtulurken, kesin bir kurtuluş olduğunu hissetmişti, artık dönüşün olmadığına memnun, gülümseyerek bardağından büyük bir yudum su içti. İlaçların etkisiyle yeniden uykusu gelmişti bile, şimdi yine ağır, rüyasız, derin bir uykuya dalmak üzere kapadı gözlerini.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder