2 Aralık 2010 Perşembe

Yol sakin önümde kıvrılıyor, oysa ben hiç sakin sayılmam, direksiyonu tutan elim titriyor, alnımda sıcak yakıcı bir damla ter aşağılara süzülüyor, oysa kış başlangıcı, gaza bastıkça hırıltılı sesler çıkarıyor motor, ben öksürüyorum. Sigaramın dumanı açık pencereden savruluyor, hınç mı öfkemi bir bişey sanki göhüs kafesimde tekmeler atan küçük bir cüceye dönüşmüş, ne yada neden olduğunu bilmeksizin, sağ ayağımı gaz pedalına daha bi bastırıyor. Neden sonra şehir bitip yerine ıssız bir arazi başladığını fark ettiğimde içimden hah işte diyorum. Hadi bakalım. Buradan nasıl dönülür ki. Dönmek, çok geçmeden kaybolup gitmedne fazla dönebilmek. Yada işin içinden çıkılmayacak kadar gitmek. Korku olmasa, az daha sadece biraz daha cesaret olabilse. Korku karlara bulanmış araziyle tavan yapıyor. Burada kalacağım. Kamyoncular cesedimi yol kenarına atacaklar. Gömmeyecekler bile, öylece bırakıverecekler. Arabayı ateşe verecekler. Ama nasıl? Bir araba nasıl patlama kıvamına getirilir. Bir kere araba dediğin kıvama gelmez zira sıvı değil. Yinede patlayabilir. Ya tekerim patlarsa? Korku arazide serbest kalan birşeydir. Serbest radikaller gibi birşey. Birde serbest olmayan hep daralan darlanan radikaller vardır. Bu birinci sorunun cevabı değildi aslında. Sadece dönmeyebilecek kadar gitmekle ilgili idi. Gözlerini kapat. Sakın kapatma. Sen buralara ait değilsin. O yüzden de toprak, yol, tek tük ağaçlar hatta asfalt yol bile yadırgıyor seni. Hayır. Nefes al. Her daim en gerekli eylemdir. Nefes almaya devam et.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder