16 Haziran 2010 Çarşamba

Sayısız ataklarının arafesinde hep aynı olurdu, gözleri kısılır, esmer yüzüne bir kızıllık gelir, kaşları iyice çatılır. O sırada bir eli daima boynunu tutuyor olur sanki nefes alamayacakmış gibi birazdan, ya da boynunu gittikçe daha şiddetle saran görünmez bir elin bileğini kavrıyormuş gibi. Ama bu görünmez bileği boynundan uzaklaştırmak için mi yoksa işini daha da çabuklaştırmak için mi sarar belli değildir. Bir süre sonra pek yavaş bir sesle boğulmaya başladığını söylerdi, bunu söyleyebiliyor olmasının aslında tam olarak zıddını ispatlıyor oluşunun farkında olacak kadar mantıklı olmasına rağmen. Tam bu sırada var olan halinin ne kadar zor olduğunu takdir de edecek biçimde bir iki sözcük mırıldanıp hemen devamında ilgisini başka yöne çekecek değişik bir konu bulunabilirse konuşmaya önce bu yılgın haliyle katılıp, konu canlandıkça sesi de eski halini alırdı. Ama olur da gereğinden daha çabuk bu konu atlamaya geçilirse atak öfke krizi ile gelişir, duymakta zorlanılacak ses, avaz avaz gür bir halde haykırır, karşısındakine kaçacak delik aratacak denli yıldırıcılaşır.
İlk zamanlar trakea da tümör olduğunu sanıyordu, sanırım basit bir faranjitti topu topu yaşadığı, bu birkaç yılı idare etti. Daha sonra hidatik kist kaygısı sardı, muhtemelen evinde hidatik kist olmuş bir evcil hayvan la yaşayan arkadaşından getirdiği ders notları evin hertarafında kitaplara, deftelere, masaya değdiği için kendine değilen sakınımlı alanlar ve değilmemiş henüz sakınmanın gereksiz olduğu alanlar yarattı. Eğer evde tek başına yaşasa idi bu beklide bu kadar sıkıntılı bir süreç olmayacaktı ama iki yetişkin daha vardı. Biz alanları bilmiyor, defalarca dinlemiş olsakda hafızamızda yer etmiyordu. Sonunda değilen kitaplar tamamen kaldırılarak dört beş yıla yaklaşan bir süre zarfında kaygısı hafifledi. Bundan sonra kısa bir özefagus kanseri dönemi vardı, ama çok sürmedi, çok zorlanılarak çektirilen bir endeskopi sonucunda gastrit tedavisi görmesi gerekliliği söylendi, ama ardından geçen birkaç ay teşhisi bile konulamadan çok hızlı ilerleyecek ve her daim söylenegeldiği üzere “aslında doktora da gitmişti ama işte o zaman anlayamadılar”denilmesini beklerken kullanması gereken ilaçları almadı. Bu arada bel fıtığı oluşmuştu, uzunca bir süre etkilerini daha ağırlaşarak hissedederk devam etti. Bu zaman zarfında, profesyonel destekler almak yerine dinlenmeyi ve bu şekilde yormadan kendisini tedavi edebileceğini düşündü. İlaç kullanmak ve fizik tedavi hareketleri yapmak yerine hiçbir şey yapmayarak ve günlük rutinlerini de bu terk edişle bırakarak kendini sağaltmaya çalıştı. Tabii ki zorlu da olsa buda bir süreçti ve çevresinin onu bu haliyle genel kabul görmesinin ardından hafifledi. Bu arada sporu keşfetti, bedensel hareketlerin kendine verdiği rahatlama ve zindelik hissine bedeninin artık ilerleyen yaşıyla iyice hantallaşan görüntüsünden sıyrılıp ilk gençlik dönemlerinde istediği kaslara sahip olabilme potansiyelini fark ettiğinde hayatında yeni bir dönem başlamış oldu. Ama spor bir tür kendine meydan okuma haline dönüştüğünde geçmiş kırk yılın naif yüküne alışkın kemikler, kaslar, sinirler duruma isyan edince boyun fıtığı oluştu. Bu artık geçmiş günlerine dönüş, ve kendinden beklenen rutinlerden kaçış anlamına geliyordu, bir sürü boyunluğu, ve yapmaması gereken eylemi vardı artık, yeniden eski "yapamaz ki" halinin çevresince de onaylanmasının ardından ufak ufak midesinden de şikayetlenmeye koyuldu, artık tüm hayatını boynunu tedavi ettirmek yerine hiç hareket etmemesini sağlamaya çalışmak ve bunu çok basit işleri bile yapmayışının müsebibi ilan ederek geçirebilirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder