13 Haziran 2010 Pazar

Otobüs bilmediğim topraklardan geçerken evlerin verandasına bakıyorum. Bu evler sadece birkaç kilometre ilerdeki evlerden çok farklı. Veranda bize ait bir kültür değil. Demek ki verandadan oturup güneşin batışını izlemek de öyle. Geniş evlerin çoğu iki katlı, giriş kapılarının da olduğu verandalarının üstünde de geniş balkonları var, ve her verandanın önünde sıcak öğle saatlerinde yayılmış yüz kilonun çok üstünde devasa kadınlar var. Öylece oturuyorlar ve gelip geçenlere bakıyorlar, bir tablonun çirkin ayrıntısı gibi. Kadınlara baktıkça sıcağın yolculuk bulantısının yada uykusuzluğun getirdiği salak halimin etkisi katlanarak artıyor, ilerledikçe bu iki katlı evlerle sanki 1970lerden zamanda yolculuk edip de gelivermiş yol kenarına öylece konuvermiş benzin istasyonları gözüme daha çok batıyor. Çoruh deltası verimli topraklarını bu insanlara bırakmış, onlar şişmanlarken sınırın öte ucundakiler dağların, dik yamaçların ve tuzlu denizin çoraklaştırdığı toprakların zayıf, aceleci insanlarını daha da hırçınlaştırmış. Biraz ilerde iki yüksek katlı apartman çarpıyor gözüme. Bu iki katlı "veranda"lı evlerin mimarisine zıt, apartman daireleri, içler acısı dış cepheleri ile, balkonsuz, minik pencereli, sosyal konutlar, aynı sınıftan olmayan insanların sefalet dolu yaşamlarının abidesi gibi. Buraya itilmiş, kapatılmış, hapsedilmişler sanki. Gitmek, sessizce sınırı geçmek, aynı denize komşu iki ülkenin ayrı insanı olarak, veranda da oturan obez kadınları kötü rüyaların sevimsiz misafirleri olmak üzere bilinçaltıma iterek, unutmak, hatırlamamak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder