Genişçe
bir salonun iki ucundaydık. Onların tarafında iki tane masa uzunlamasına
yanyana konmuştu. Etrafında yüzleri bana dönük oturan altı yedi kişi. Yüzlerinde
bütün gün o masada oturup soru sormanın yorgunluğu, birkaç ahbap bir
araya gelip eğleniyoruz işte halleri. Ceketler bir kaç saat önce çıkarılıp
sandalye arkalarına asılmış, o da yetmeyince gömlek kolları kıvrılıp dirseğe
kadar katlanmış, masada duran pembe dosyaların üzerinde plastik çerez tabakları,
bir kaç su bardağı. Günün sonu,
yapılacak son mülakat olarak ben içeri girdiğimde bir kaçı başlarını kaldırıp
beni süzdü, birkaçı kaldığı yerden sohbetine devam etti. İlerleyip benim için
yerleştirilmiş küçücük masaya oturdum. Üzerinde küçük bir peçete ve dolu su bardağı. Bu küçük masaya oturmak için üç
yıl geçirdim. Üç yıl, sınavlar, kanunlar, tebliğler, mide kanamaları, en uykulu
halinizde sizi zıpkın edecek vitamin hapları ile geçti. Ne kadar önemli
şahsiyetler olabileceğimize dair kabartılıp, ne kadar aşağıya inebileceğimize
dair korkutulmak arasında sallanıp durduk. Her ikisi de anlamsız değil miydi?
Adamlardan biri, benimle konuşacağı aralarında önceden kararlaştırılmış olanı,
bir şeyler sormaya başladı. Elinde pembe bir dosya tutuyordu, arada içindeki
kağıtları karıştırıyordu. Bütün bir geçmişim elindeydi sanki, safha safha
yaptığım her işle ilgili birşeyler sordu. İlk soruda sesim, beynimin
komutlarına itaat etmedi, ağzımı açsamda öyle kalakaldım daha çok, sonra
sesimin çıkmadığını fark ettiğimde beynim de birden bütün bir geçmişi unuttu.
Neydim. Kimdim. Ne diyecektim. Adamlardan bir diğeri, gülerek birşeyler
söyledi. Bir başkası bu halime acıyarak yine geçmişimle ilgili birkaç birşey
söyleyince yavaş yavaş çözülmeye başladım. Bir üçüncü diğerine “evet salla,
salladıkça dökülüyor” dedi gülerek. İlk konuşan adam ardı ardına sürekli
sormaya başlayınca bende sürekli konuşmaya başladım birden. Hapşırmaya
başlayınca dek. Birkaç kere hapşırdım ve yeni aldığım siyah daracık ceketin
henüz açmadığım ceplerinde kağıt mendil olmadığını hatırlayana kadar da kendimi
kötü hissetmedim. Ceketin kapalı ön düğmesinin iyice daralttığı bedenim
patlayıverecekmiş gibi hissediyordum. Sonunda burnumun da akmaya başladığını
çaresizlikle hissedince birden bütün ciddiyetimi yitirdim. Oldukça sakin su
bardağını kenara çekip altındaki peçeteyi aldım ve burnumu sildim. Nasılsa
kaybedecektim. Son bir soru daha sorduklarında, rahat rahat soruda geçen
durumda yapabileceklerimi en ağır şekliyle anlattım. Asardım, keserdim ve
ibreti alem olsun diye meydanda sallandırırdım öyle bir durumda. Rahatlamıştım.
Hepsi gülümseyerek beni dinliyordu. Başlangıçta ki alaylı hallerinin tersine
teşekkür ettiler mülakatın bittiğini ifade ederek. Kalktım ve kapıyı açmak
üzere elimi uzattığımda içlerinden biri adımla hitap ederek seslendi ve ekledi “sen
yine de elindeki kılıcı bu kadar keskin sallama”. Kazanmıştım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder