9 Mayıs 2010 Pazar

Sadece başedilemeyecek bir yorgunluk hissediyorum geniş koltuğumda otururken. Ne zaman nasıl geçer bilmiyorum. Yorgunluk sanki safha safha artıyor azalacağı yerde, oturdukça, gevşemeye başladıkça bedenim, sanki ağırlıklarını hatırlıyor, daha çok gömülüyorum, ama bunun getirmesi gereken rahatlama gelmiyor bir türlü. Ilık bir uyku gelir ya kıpırtısız kala kaldığın yerde, onumu bekliyorum, yoksa yeniden kendimi daha güçlü hissetmeyi mi bilmiyorum. Herkes herşey sussun sadece sessizlik olsun istiyorum, ama hayat sessizlikle geçmiyor, yapılması edilmesi gereken yığınla şey herşeyin de kendi gürültüsü var. Kimse susmuyor.Sesler. Herkesin konuşacağı, talep edeceği yüzlerce şey var. Durun demek istiyorum herkese. Akmayın artık. Hadi deyip dürtmekten başka bir işe yaramıyor oysa çevremdekiler. Herkesin bir isteği var yerine getirmem gereken. Bense yorgunum. Daha da yorgun hissederek gömülüyorum yumuşak koltuğa. sesleri gözlerimi kapatırsam daha az duyarım yanıglısı ile sımsıkı yumuyorum gözkapaklarımı, ama bu hareket bile gereğinden fazla yorucu. Nefes almayı unutma. Al. Ver. telefon çalıyor. Bugece evlenecek arkadaşım, düğün salonuna girip tamda masaya oturması gereken saatte, beni arıyor. Elinde telefon gelinlikle masasında otururken, ilk dansını bile henüz yapmamış davetlilerinin önünde, ve damat adayı yanında dururken, "neredesin" diyor bana. Eski bir sevgiliymişim gibi. Yoksa gel beni kurtar ne yapıyorum ben mi demek istiyor, duyamıyorum, birşey söyleyecek halim yok. "orda değilim, köydeyim, teyzem vefat etti" diyorum. Berbat bir his. Koltuğuma daha da gömülüyorum. Ağlamak istiyorum, ama herhalde buda telefonda yapmamam gereken birşey. Yapmam gerekenler, yapmak istediklerim ve yapmaya eğilimli olduklarım arasında keşke bu kadar fark olmasaydı. Ve yaşam bu kadar kolay ve anlamsızca bitebilir birşeyken bu kadar mücadele etmek zorunda olmasaydı insan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder