Sonra bir sabah uyandığında salonun
yerinde olmadığını görüyorsun. Salon yerine, evin koridorun sonunda bittiğini,
sadece mutfağa doğru hafif bir dönüş yaptığını. Çünkü salon senin için evin
önemli bölümüydü, günün neredeyse onsekiz saatini orada kanepenin sağ köşesinde
geçirmeye başlamıştın salgın günlerinde. Hayatın, yan tarafında duran küçük bir sehpa ile bir dizüstü bilgisayardan
ibaretti neredeyse. Sehpa kahveni koyduğun, durmaksızın içtiğin sigaranın külünü
serptiğin kültablasının bulunduğu mütemim cüzün. Neleri yitirdiğini
düşünüyorsun salonun gidişiyle. Kitapların. Güzelim yıldız ışıkların, ledli,
kütüphanenin etrafına sardığın. Telefona sarılıyorsun. “Evin salonu kaybolmaz
Semiha” diyor telefonun ucundaki ses. İnanmasa da temkinli bir gerginlik
içinde. Sıkıntılı huzursuz “bildiğin gibi değil işte, neyse ki mutfak var hala,
kahve içebiliyorum” diyorsun. Telefonun ucundaki ses sessizliğe bürünüyor.
Yorgunsun. Gözlerini biraz kapatmak için yatak odana dönüyorsun. Evin salonu belki
döner bu sefer yeniden gözlerini açtığında. Huzursuz bir umut içindesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder